Yeryüzünde işlenen kötülükleri, zulumleri, günahları ve dökülen kanları gören, mânevî şarhoşluk içerisindeki Hârut ve Mârut isimli iki melek şöyle sızlandılar.
''Yazıklar olsun insanoğluna. Bizlere fırsat verilseydi, dünyaya adaleti, sevgiyi, merhameti ve ibadeti öğretirdik.'' Allah onlara, ''İnsanlardaki nefsânî duygular ve şehvet sizde olsaydı daha kötü olurdunuz. Daha çok günah işlerdiniz'' buyurdu. Hârût ve Mârût kendilerine çok güvendiklerinden temiz kalacaklarına söz verdiler.
Bunun üzerine rabbü'l-âlemîn, onlara şehvet duygusunu vererek gökten yeryüzüne indirdi. Bâbil şehrinde hâkimlik yapmaya başladılar. Fakat, hak yolunda öyle tuzaklar, öyle imtihanlar vardı ki dağları bile saman çöpü gibi savurur.
Bir gün, çok güzel bir kadın bir iş için yanlarına geldi.
Melekler, bu mükemmel güzelliğe hayran oldular. Akılları başlarından gitti. Hakk'a verdikleri sözü unuttular. Fakat, kadın onların arzularını yerine getirmek için, bazı şartlar ileri sürdü.
Ya kocasını öldürüp katil olacaklardı ya puta tapacaklardı ya da şarap içeceklerdi. Şehvet şarhoşluğu içerisinde, şarap içmeyi uygun buldular.
Şarap içip sarhoş olan meleklere kadın, ''Bir şartım daha var.
Siz her gece ism-i azamı okuyarak göğe çıkıyorsunuz. Onu bana da öğretin'' dedi. Melekler arzularına ulaşmak için bu son şartı da kabul ettiler.
İsm-i azamı öğrenen kadın, onu okuyarak göğe çıktı. Tekrar yeryüzüne dönüp kirlenmek istemedi.
Hatta, Hak Teâlâ'nın o kadını bir yıldıza çıkardığı, bu yıldızın da Zühre yıldızı olduğu söylenir.
Hak Teâlâ meleklere, dünya veya âhiret azabından birini kabul etmeleri konusunda serbest bıraktı. Hârût ve Mârût dünya azabını tercih ettiler.
Allah'ın izniyle onlar, Bâbil kapısında baş aşağı asıldılar. Orada kıyamete kadar azap çekecekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder