7 Kasım 2016 Pazartesi

EŞŞEK GİTTİ

Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Aslan gelip öküzü yedi, yerine geçip oturdu. Köylü geceleyin ahıra gidip köşeye, bucağa el atarak öküzü aramaya koyuldu. Elini aslana sürmekte, sırtını sağrısını yukarı aşağı okşamaktaydı. Aslan “ aydınlık olaydı ödü patlar, yüreği kan kesilirdi. Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor. Çünkü gece vakti beni öküz sanıyor demekteydi.

Hak da “Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı? Eğer biz kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi. Eğer Uhud Dağı beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan akardı.” Deyip duruyor. Sen bu adı babandan, anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın. Bu sırrı taklitsiz anlasan Tanrı lütfüyle nişansız bir hale gelir, hatife benzersin. Tehdit için söyleyeceğimiz şu hikâyeyi duy da taklidin zararını bil!

Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti. Eliyle sucağızını, yemceğizini verdi. Bundan önce söylediğimiz hikâyedeki gibi yapmadı. İhtiyatlı davrandı, fakat kaza gelince ihtiyatın ne faydası olur? Sofiler, yok, yoksul kişilerdi. Yoksulluk, az kala helak edici bir küfür ola yazdı.

Ey zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme! O sofiler, acizlikten umumiyetle birleşip merkebi satmaya karar verdiler. Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü şeyler vardır ki zarurette iyi ve doğru olur. Hemencecik o eşekceğizi sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar. Tekkeye, bu gece yemek var diye bir velveledir düştü. “ Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte kadar, bu zembil taşıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek? Biz de halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi” dediler.
Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler. O konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı, Sofilerin kendisini birer, birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikram tavlasını oynamakta bulunduklarını, kendisine olan meyil ve muhabbetlerini görünce “ Bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim?” dedi.

Yemek yediler semaya başladılar. Tekke, tavanına kadar toza dumana boğuldu. Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan toz, bir taraftan sofilerin iştiyak ve vecitle canlarıyla oynamaları ortalığı birbirine katmıştı. Gah el çırparak ayak vuruyorlar, gah secde ederek yeri süpürüyorlardı. Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi hayli hor, hakirdir.

Ancak Tanrı nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan sofi, bundan müstesnadır. Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir. Öbürleri de onun sayesinde yaşarlar. Sema, baştan sona doğru varınca çalgıcı bir Yörük semai usulünce taganniye başladı. “ Eşek gitti, eşek gitti” demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup, Bu şevkle seher çağına kadar ayak vurup el çırparak “Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti” dediler.

O, konuk olan sofi de onları taklit ederek “Eşek gitti” diye bağırmaya başlamıştı. O aysu işret, o sema ve safa çağı geçip sabah olunca hepsi vedalaşıp gitti. Tekke boşaldı, sofi kaldı. Eşyasının tozunu silkmeye başladı. Nesi var, nesi yoksa hücreden dışarı çıkardı. Eşeğe yükleyip yola çıkmaya niyetlendi.

Alelacele yoldaşlarına yetişip ulaşmak üzere eşeği getirmek için ahıra gitti, fakat eşeğini bulamadı. “ hizmetçi suya götürmüştür. Çünkü dün gece az su içmişti.” Dedi. Hizmetçi gelince sofi, “Eşek nerede?” dedi. Hizmetçi “ sakalını yokla!” diye cevap verdi, kavga başladı. Sofi “Ben eşeği sana vermiştim onu sana ısmarlamıştım.

Yolu yordamlı konuş, delil getirmeye kalkışma. Sana ısmarladığım eşeğimi getir. Sana verdiğimi senden isterim. Onu iade et. Peygamber dedi ki: “Elinle aldığını geri vermek gerek.” Serkeşlik eder de buna razı olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi. Hizmetçi: “Sofilerin hepsi hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale düştüm. Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkışıyorsun. Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun!” dedi.

Sofi dedi ki: “ Tutalım senden zulmedip aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler. Ya niçin bana gelip de söylemiyor, biçare, eşeğini götürüyorlar, demiyorsun? Eğer söyleseydin eşeği kim aldıysa ondan alırdım yahut da parasını aralarında paylaşırlar, o paraya razı olurdum.

Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Hâlbuki şimdi her birisi bir tarafa gitti! Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör! Niçin gelip de “ Ey garip, böyle bir korkunç zulme uğradın” diye haber vermedin”

Hizmetçi “ Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim. Fakat sen de “ oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin. Ben de “o da biliyor, bu işe razı, arif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.

Sofi “Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim. Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lanet olsun! Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma adamları taklide! Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden gönlüm zevkleniyordu” dedi.

Dostlardan gelen akis, sen denizden muhtaç olmaksızın su almaya iktidar kesbedinceye kadar hoştur. İlkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikidir. Hakiki akse erişinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katre daha inci olmadı ki. Gözün, akın ve kulağın saf olmasını istiyorsan o tamah perdelerini yırt.

Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır. Yemeğe, zevk ve semaya tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur. Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi. Terazinin mala tamahı olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?

Her peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum. Ben delilim müşteriniz Tanrıdır. Tanrı, benim tellallığımı iki baştan da verdi. Benim ücretim dosta kavuşmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama, onun kırk bini benim ücretim değil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir. Bir hikâye söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde oluyor, anla! Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı? Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir.

Fakat Hak’la dolu olan sarhoş bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine hürdür. Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya murdar bir şeyden ibarettir. Fakat bu sarhoşluktan uzak olan sofi, nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir. Hırsa düşkün olan, yüzlerce hikaye dinler de haris kulağına girmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder