Bir çakal gezinirken boyacı küpüne düştü. Küpten çıkmak için uğraşırken her tarafı boyandı. Güneş vurdukça tüyleri parıl parıl parlıyordu. Üzerinde yeşil, kırmızı, pembe, sarı her renk vardı. Çakal kendi kendine, ''Ben göklerin tavus kuşu gibi oldum'' dedi.
Koşa koşa giderek, diğer çakallara kendini gösterdi. Çakallar onu böyle görünce, ''Ey çakalcık! Bu ne hal? Rengârenk tüylerin seni bayağı neşelendirmiş. Böyle gururlanıp, kibirlenmenin sebebi ne?'' dediler.
İçlerinden biri öne çıkarak sordu: ''Hile mi yapıyorsun? Yoksa ermişlerden biri mi oldun? Durumun; çok çalışıp da bir şey elde edemeyenlerin, sonunda utanmazlık yoluyla hileye sapmalarına benziyor.'' Boya küpüne düşen çakal, kendisini eleştiren çakalın yanına geldi.
Kulağına eğilip gizlice, ''Şu renklerime, güzelliğime bak da bana karşı çıkma. Secde et. Çünkü ben, ilâhî lutfa ulaşmış büyük ve yüce bir çakalım'' dedikten sonra bütün çakallara döndü; ''Ey çakal sürüsü! Bundan sonra bana çakal demeyin. Ben hiç size benziyor muyum?'' Çakallar, ''Ey elmasımız! Peki, sana ne diyelim?'' diye sordular. O da, ''Müşteri yıldızına benzeyen erkek tavus kuşu deyin'' cevabını verdi.
Çakallar bunu duyunca, ''Gerçek tavus kuşları, gül bahçelerinde nazlı nazlı salınarak, cilveler yaparak dolaşırlar. Sen de öyle dolaşabilir misin?'' dediler.
''Hayır bunu yapamam.''
''Peki, tavus kuşu gibi öte bilir misin?''
''Hayır ötemem'' deyince diğer çakallar, ''Tavus kuşunun elbisesindeki güzellik, tüylerinin kökünden gelir. Tüylerinin renkli olmasıyla ve sadece kuru iddiayla ona nasıl benzersin? Sen bizi kandırmaya çalışan sahtekarsın'' dediler.
***
Bu hikâyedeki çakaldan murat, dış yüzünü süsleyerek güzel görünmeye çalışan, iç yüzünü yırtıcılıktan kurtaramamış sahtekârlardır. Mevlânâ hazretleri burada, kıyafetiyle tasavvuf büyüklerini taklit eden, onların sözlerini ezberleyerek, kendini kemâlât sahibi olarak insanlara takdim eden, sahte şeyhlerden uzak durmamızı öğütlüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder