14 Ekim 2017 Cumartesi

IV. Sultan Murat : 1612 - 1640

Anarşist ve zorbaları ortadan kaldırmasıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun mukadderatında pek önemli bir rol oynayan ve «Bağdat Fâtihi» nâmıyle tarihe geçen Osmanlı Padişahıdır. Babası I. Ahmet'tir. 11 yaşında tahta çıktı. Anarşi ve zorbalığın hüküm sürdüğü imparatorluğun idaresini 21 yaşında eline aldı. Çok şiddetli tedbirlerle düzeni yerine getirdi. Revân seferi ile Tebriz'i aldı, ikinci büyük seferinde ise Bağdat'ı fethetti. 28 yaşında öldü.
 
Osmanlı tahtının onyedinci padişahı olan IV. Murat, 16 yıl 4 ay 8 gün saltanat sürmüştü. Bu müddetin büyük bir kısmı anası Mahpeyker Kösem Sultan'ın niyabeti altında geçmiş bulunduğundan hakiki saltanat süresi 7 yıl, 9 ay 21 günden ibarettir. Ve bu kısa süre ise Osmanlı tarihinin en renkli olayları ile doludur.
 
Zorbaların tahakkümü altında geçen annesinin naibeliği yıllarından sonra Yeniçeriler'in Sadrâzam Hafız Ahmet Paşa'yı gözleri önünde parçalamaları ve ihtilâlin baş teşvikçisi Damat Topal Recep Paşa'yı sadarete getirmeleri Dördüncü Murat'ın sabrını taşıran son damla olmuştu. Ablasının kocası olan Topal Recep Paşa, sırtını zorba Yeniçeriler'e dayadıktan sonra koskoca imparatorluğu çiftlik gibi idare etmeye başlamıştı. O kadar ki, Dördüncü Murat'a «Pâdişâhım abdest alıp öyle taşra çıkın» diye tehditlerde bulunacak kadar işi ileri götürmüştü. Eniştesinin sadaretinin üçüncü ayı dolmadan IV. Murat ilk çıkışını yapmak zorunda kaldı. Mağrur Sadrâzama «Gel beri topal zorba başı» diye hitap ettiği anda Recep Paşa onun bakışlarında bir fevkalâdelik olduğunu anlamış ve «Hâşâ pâdişâhım» diye inkâra kalkışacak olmuştu. IV. Murat «Bre kâfir abdest al!» diye kükrediği anda ise sonunun geldiğini anlamıştı. Nitekim padişah arkasındaki zülüflü baltacılara dönüp «Tez başın vurun şu hainin» dediği anda ilmik Topal Recep Paşa'nın boğazına geçirilmiş ve oracıkta boğuluvermişti...
 
Bu çıkışı ile idareyi fiilen eline alan IV. Murat büyük bir zorba avına girişti. Bâzı tarihlere göre, memleketteki düzeni sağlamak için 50 bin kelle vurdurdu, fakat neticede asayişi iadeyi başardı.
 
Emsalsiz derecede kuvvetli bir bünyeye sahip olan IV. Murat, spora aşırı düşkünlük ve kabiliyeti ile de ün yapmıştı. Topkapı Sarayı'nda demir bir kapıyı okla delmesi, Timuroğlu Şahı Cihân'ın, «Kılıç ve kurşun kâr eylemez» diye hediye olarak gönderdiği fil derisinden yapılma ve gergedan derisi ile kaplı kalkanı, elçinin gözleri önünde mızrak ile delmesi, Eski Saray (Bugünkü istanbul Üniversitesi merkez binası, Beyazıt) bahçesinden attığı ciridi Beyazıt Camii minaresinin dibine düşürmesi, Halep Kalesi üzerinden fırlattığı okun şehir meydanına saplanması ve nihayet Okmeydanı'nda 1070 gez mesafeye isabet kaydederek adına taş dikilmesi, onun acı kuvvetinin olduğu kadar mızrak ve ok atmaktaki maharetinin de ifadesidir.
 
Memlekette nifak tohumlarının kahvehane gibi umumî yerlerde atıldığına kanaat getiren IV. Murat şehirdeki bütün kahvehaneleri kapattığı gibi toplantıları da yasaklamıştı. Bu arada istanbul'un büyük bir kısmını kül eden yangından sonra tütün içilmesini de menetti. Geceleri sokaklarda tebdil geldiği için, başına herhangi bir şeyin gelmesinden çekinerek fenersiz sokağa çıkma yasağını da koydu. Bütün bu yasakların tatbikinde öylesine şiddet gösterdi ki, tütün içenin de, fenersiz dolaşanın da, meclis kuranın da oracıkta kafalarını vurdurdu. Hattâ bu işte daha da ileri giderek, şüphelendiği evlerin damlarına çıkarak ocak bacalarını koklayıp tütün veya kahve içilip içilmediğini dahi bizzat kontrol etti.
 
Vehimler içinde bir insandı IV. Murat. Bir zamanlar pek sevdiği ve yanından eksik etmediği ünlü Şair Nef'i, «Siham-ı Kaza» isimli hicviyesini okurken sarayın pek yakınına yıldırım düşmesini bir uğursuzluk addedip Nef'iyi hiciv yazmaktan menetti. Bunun üzerine büyük şairi çekemiyenlerden biri şu beyti söylemişti:
 
Gökten nazire indi sihâm-ı kazasına,
Nef'i diliyle uğradı Hak'kın belâsına
 
Ancak Nef'i verdiği sözde fazla durmayıp Sadrâzam Bayram Paşa hakkında hayli ağır bir hicviye yazmaktan kendini alamayınca, cezasını kellesiyle Ödedi. Nef'i'yi, sarayın odunluğunda boğduran IV. Murat, cesedini de denize attırdı.
 
IV. Murat, içkiye aşırı düşkünlüğü ile de tanınan bir padişahtır. Bu yüzdendir ki, ayyaşlığı bugün dahi dillerde dolaşan Bekri Mustafa'ya sarayda görev verdiği ve işret sofrasında kendisiyle yârenlik ettiği söylenir.
 
İçkiye karşı olanca düşkünlüğüne rağmen, içki yasağı da koyan IV. Murat, Bağdat'ın fethinden dönüşünde birden rahatsızlanmış, bâzı Osmanlı tarihçilerine göre «Goutte-Nikris», bâzı tarihçilere göre ise sirozdan, henüz 28 yaşında iken hayata gözlerini yumdu.

Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi : 1778 - 1846

Ünlü Türk bestecisi. İstanbul'da doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Yenikapı Mevlevihanesi'nde, genç bir yaşta «Dede» payesini kazandı. Daha ilk besteleriyle, devrin hünkârı III. Selim'in dikkatini çekti. Uzun yıllar, tam bir «Musiki Akademisi» anlamını taşıyan saray fasıllarında önemli mevkie sahip oldu, hattâ Başmüezzinliğe kadar yükseldi. Hacı olmak üzere gittiği Hicaz'da vefat etti. Mezarı aynı yerde, Hazret-i Hatice'nin ayakucundadır.
 
Ocak 1778 günü İstanbul'da doğdu Hamamîzâde ismail Dede Efendi. O gün Kurban Bayramı'nın ilk günüydü. Bu yüzden İsmail adını verdiler. Babası Süleyman Ağa Rumeli göçmeni idi. Devlet kapısında yetişmiş, bir ara Cezzar Ahmet Paşa'nın mühürdarlığını yapmıştı. Sonra memuriyeti bırakıp İstanbul'a geldi, Şehzâdebaşı'ndaki Acemoğlu Hamamı'nı satın aldı ve burasını işletmeye başladı. İsmail Dede'nin «Hamamîzâde»liği buradan gelir.
 
Sesinin güzelliği annesi Rûkiye Hanım'a çekmişti. Hekimoğlu Ali Paşa Camii yanındaki Çamaşırcı Mektebi'nde tahsile başladığı zaman güzel sesiyle ilâhici oldu. Sonra da ilâhicibaşılığına getirildi.
İlk musiki bilgisini usta bir musikişinas olan Uncuzâde Mehmet Emin Efendi'den aldı. Bu derslerde gösterdiği büyük başarı karşısında Mehmet Emin Efendi, kalkıp babası Süleyman Ağa'ya giderek «Oğlunla iftihar edebilirsin. Musiki bahçesinde nadide bir gül yetişiyor. Ancak dersleri bir nizama bağlamak gerek» dedi. Bundan sonra İsmail, ciddî bir musiki öğrenimine başladı. Dersler tam 7 yıl sürdü.
 
Uncuzâde, Maliye Nezaretinde hatırlı bir memurdu. İsmail'i memur vekili olarak bu daireye aldı. Ancak o memuriyet hayatına bir türlü ısınamadı. Bir gün Yenikapı Mevlevihanesi'nde Şeyh Alî Nutkî Dede'nin semâlarını gördükten sonra ona büyük bir muhabbetle bağlandı. Haftada iki defa bu dergâha gelip ders görmek için Ali Nutkî Dede'den el öpüp izin aldı. Ney çalmasını bu dergâhta öğrendi, musikî bilgisini yine bu dergâhta kuvvetlendirdi. Kendini tamamen bu, dergâha verebilmek için memuriyet hayatını bıraktı, derviş oldu. O yaşta kimsenin kolay kolay girişemeyeceği «Binbir gün süren dervişlik çilesi»ni kabul etti. Bu çile hücresinde kendisini tamamen musikiye vermişti. «Buselik» makamındaki  ünlü şarkısını orada besteledi:
 
Zülfündedir benim baht-ı siyâhım
Sende kaldı gece gündüz nigâhım
İncidirmiş seni meğer ki ahım
Seni sevdim, odur benim günâhım
 
Bu şarkıyı dinleyip pek beğenen ve kendisi de usta bir bestekâr olan devrin hünkârı III. Selim, bestecisinin huzuruna getirilmesini istemişti. Saraydan derhal Yenikapı Mevlevihânesi'ne haber salınmış ve hücresinde dervişlik çilesini doldurmakta bulunan 20 yaşlarındaki Hamamîzâde İsmail Efendi, derhal bir ata bindirilerek Topkapı Sarayı'na gönderilmişti. Genç bestekâr, o günlerden kalma kayıtlara göre «Huzurda en güzide saz heyetiyle beraber meşkettiği şarkısını, hünkârın iradesiyle tam üç defa tekrarladı ve büyük iltifata mazhar oldu...
21 yaşında iken çilesini tamamlayıp «Dede» unvanını alan genç bestekâr bundan sonra III. Selim'in musahipleri arasına katıldı. Haftada iki defa sarayda, hünkârın huzurunda kurulan fasıllara devam etti, bir süre sonra da «Başmüezzin» oldu.
 
Tam kırk yıl süre ile saraydaki görevine devam etti. Hamamîzâde İsmail Dede. Yüzlerce beste verdi bu sürenin içinde. III. Selim'den sonra tahtta çıkan II. Mahmut da Türk musikisinin bu büyük ustasına özel bir değer verdi. Ancak II. Mahmut'tan sonra tahta çıkan I. Abdülmecit, batı musikisini tercih eden ilk hükümdar olmuştu. Saraydaki musiki faaliyeti daha ziyade batı musikisine dayanmasına rağmen, o da babasıyla amcasının büyük hürmet ve sevgisini kazanan usta bestekârı meclislerinden ayırmadı.
 
Avrupa'dan gelen bir musiki heyetinin sarayda verdiği konserde çaldığı valslerden pek hoşlanan Abdülmecit, yanında bulunan Dede Efendi'ye hitapla: «— Bak Dede, frenkler naSıl makamlar bulup çıkarırlar» dediği zaman yaşlı bestekâr «Kulunuzun da yabancısı değildir bu makam.» cevabını vererek padişahın hayretini uyandırmıştı. Yabancı musiki heyetinin saraydaki çalışmaları sırasında pencereden gelen melodileri dinleyen Hamamîzâde İsmail Dede, valsi Türk musikisine mükemmelen adapte ederek bir beste yapmıştı. Bunu okudu:
 
Yine bir gülnihâl aldı bu gönlümü.
Sim ten, gonca fem, bîbedel ol güzel
Âteşin ruhleri yaktı bu gönlümü
Püredâ, pür cefâ, pek küçük, pek güzel
 
Büyük Dede Efendi, Türk musikisîndekî büyüklüğünü bir kez daha göstermiş ve Avrupai melodi kuruluşunu Türk müziği ile kaynaştırmıştı.