2004 Eylülünde Datça’nın Ovabükü cennetinde inanılmaz bir sekiz gün geçirdim. İlk gün sabah sporu için sahile indim ve çıplak ayakla sahilde sabah koşusu yaptım. Bir şekilde, tam istediğim aktivite olmadığını hissetsem de, ikinci günün sabahı yine soluğu sahilde aldım. Bu sefer sahilin önceki gün koştuğumun ters istikametine doğru koşuma başladım. Çünkü rutin yapılan işler beni her zaman sıkmıştır. Sahil bitip de geriye doğru dönüp koşuma devam etmem gerektiği anda bir şey oldu ve kafamı kaldırarak yukarı doğru baktığımda, sahilin bittiği yerdeki tepenin beni kendisine doğru çektiğini hissettim. Koşumu yarıda bırakarak yalınayak tepeye doğru tırmanmaya başladım. Ama ne mümkün, zemin o kadar keskin bir kayalıktan oluşuyor ki, çıplak ayakla, herhalde bir kaplumbağa bile benden daha hızlı tırmanırdı. Bir yandan bu işin böyle çıplak ayakla olmayacağını idrak ediyordum, diğer yandan ise yukarıdaki kayaların dayanılmaz çekiciliği yok mu...
Ertesi sabah, güneşin daha bizim koyda doğmadığı bir saatte, spor ayakkabılarım, şortum, tişörtüm ve mobil telefonumdan oluşan teçhizatımla sahilden yukarıya doğru tepeye vurdum kendimi. Başladım orta boy kaya bloklarından birisine tırmanmaya... Öyle bir yere geldim ki, artık devam etmek tehlikeli bir durum yaratacaktı. Bir aşağıya tırmanmış olduğum mesafeye baktım, bir de yukarıdaki kalan mesafeye, hemen hemen birbirlerine eşit olduklarını gördüm. Risk alıp biraz kendimi zorlayabilirim, fakat aşağıya düşüp bir taraflarımı kırmak var... sakat kalmak var... dünyayı terkedip gitmek var...
Bir an durup düşündüm. Şirketlerin de böyle ölüm-kalım anlarında verecekleri kararlarda, onlara ne yapmaları gerektiği konusunda ukalalık yaptığım danışmanlık tecrübelerim aklıma geldi. Seçimleri teker teker ele alıp; faydalı tarafları (kuvvetli tarafları), mahsurlu tarafları (zayıf tarafları), bu seçim sonucunda ortaya çıkacak iyi durumları (yaratacağı fırsatları) ve bu seçim sonrası ortaya çıkacak kötü durumları (tehditleri) teker teker düşündüm.
(Aranızdaki uyanıklar hemen: Bildim bildim, SWOT analizi yapmışsın diyorsanız yanılmıyorsunuz. Fakat ben bu tekniği öğrendiğimde ve otomatik olarak günlük hayatımda kullanmaya başladığımda, bunun adı yurdumuzda pek bilinmiyordu. Bilindiği yerlerde de adı SWOT analizi değil, Karargah Etüdü idi ve tüm askeri karargahlarda çok yaygın bir şekilde kullanılıyordu.)
Bir taraftan düşününce; ilk önce, içinde bulunduğum durum, benim ilk kaya tırmanışı tecrübemdi. İkincisi henüz üzerimdeki hamlığı atmamıştım. Üçüncüsü bu durum, hayati bir karar vermem gereken bir durumdu ve yanlış karar vermem halinde, bendeniz mefta olabilecektim. Çünkü mefta olursam, cebimdeki mobil telefonumun da bana pek bir faydası olmayacaktı.
Diğer taraftan düşününce ise, işin teknik tarafı bu olmasına karşılık, ben hayatımda aldığım hiçbir kararı sistematik olarak düşünerek almamıştım. Ne zaman hayatımla ilgili bir karar vermem gerekse, bu konu üzerinde hiç düşünmemiş ve dingin bir ruh hali içerisinde, ne yapmam gerektiğini hissetmeye çalışmışımdır. Hala da öyle yaparım ve yine öyle yaptım. Nefes alış-verişimi biraz yavaşlatarak gözlerimi kapattım ve içinde bulunduğum anı yaşadım, temiz havanın tadını çıkardım, sabah sessizliğinin içerisindeki hayatın sesini dinledim...
Ve tırmanmaya devam ettim. O gün, hayatımın çok büyük keyif aldığım günlerinden birisiydi. Daha sonra aklımdan geçenleri hatırlıyorum: Bu kendi kendime karşı kazandığım yeni bir özgüven zaferi idi. Karşıma çıkan engelden çekinmemiş ve korkmamıştım. Korkunun beni esir almasına izin vermemiştim. Belki biraz inatçılığımın etkisi olmuştur, fakat kesinlikle geriye dönmek konusunda veya herhangi bir tehlike ile karşı karşıya olduğum konusunda bir şey hissetmemiştim.
*** Sizler de SWOT analizini bilinçli veya bilinçsiz öğrenme seviyelerinde günlük hayatınıza indirgediniz mi? (Siz benim uygulamalarıma bakmayın... Karargah Etüdü’nüzü yapmayı ihmal etmeyin.)
Daha sonra karşılaştığım bir ağaç kalıntısının içerisinde, kendime, bu çok zor arazide ilerlememi kolaylaştıracak olan bir asa yaptım. Çünkü şortumun altındaki çıplak bacaklarımın ve tişörtümün kollarının altındaki çıplak kollarımın bir jilet gibi keskin çalıların tecavüzünden kurtulabilmesi için yardıma da ihtiyacım vardı. İnanın, o tepelerdeki çok zor arazi içerisinde – eski bir asker olarak çok zor diyorsam, gerçekten çok zor olduğuna inanın – yavaş yavaş ilerlerken, yaptığım asanın inanılmaz faydalarını gördüm. Daha sonraki günlerde kullanmak üzere, her sabah tırmanışı sonrası, sahile yakın bir çalının altına sakladığım için, giderek sanki aramızda bir bağ, bir yakınlık oluştu. İnsan psikolojisi işte, sana yararlı olan ve her gün kullandığın eşyalara karşı bir bağımlılık oluşuyor. Asam ve ben bir çok engeli beraberce aştık...
Tatilimin sonraki günlerini, her sabah saat 07.00’ den 11.00’ lere bazen 12.00’ lere kadar süren sabah tırmanışlarıyla geçirdim. Bu tırmanışlarım esnasında, Ege folklorik danslarının mevcut figürlerinin, bu çetin arazi koşullarında ilerleyebilmek için zorunlu olarak yapılan hareketlerden başka bir şey olmadığını da keşfettim. Kurtlara ve kuşlara Ege türküleri söyleyerek gerçekleştirdiğin keşiflerim arasında, tırmanmış olduğum tepenin yarımada oluşturduğu kısımdaki eski uygarlıkların kalıntıları da vardı.
Fakat aldığım en önemli derslerden bir tanesi, dönüşümüzden bir gün önceki sabah tırmanışımda beni yakaladı. Tepenin en sarp ve büyük kaya parçasına o güne kadar tırmanma girişiminde bulunmamıştım. Çünkü vücudumun ve özellikle kollarımın hamlığının biraz daha geçmesi için her gün bu çetin tırmanışı erteliyordum...
Asam ve ben tırmanışa başladık. Kaya tırmanışının ne kadar detaylara önem vermeyi gerektirdiğini, bir şekilde bu aktiviteyi gerçekleştirmiş olan herkes bilir. Tabii bir de benim yaptığım gibi tamamen amatörce, hiçbir işi kolaylaştırıcı ve emniyeti ön plana çıkartan yardımcı teçhizat kullanmadan yapılıyorsa, bunun intihar girişimi olduğunu bile söyleyebilirsiniz.
İlk önce tutabileceğiniz mesafede bir çıkıntı, bir oyuk her ne ise var mı onu araştırırsınız. Sonra onu bulunca sizin vucudunuzun ağırlığını kaldırıp kaldıramayacağını test edersiniz. Bazen kayanın yapısına bağlı olarak tuttuğunuz yer elinizde kalabilir ve bir takım parçalar bacaklarınız ve ayaklarınız üzerine düşer, siz ise bu durumu sadece seyredebilirsiniz. Çünkü kendinizi düşen parçalardan korumaya çalışırsanız, siz de düşen parçalar arasına katılırsınız.
Daha sonra diğer elinizi veya ayaklarınızdan birisini dengenizi kaybetmeyecek şekilde yerleştirebileceğiniz başka bir yer var mı, onu ararsınız. Herşey tamam gibiyse, aynı satranç oyunundaki gibi bir sonraki hamleleri yapıp yapamayacağınızı görmeye çalışırsınız. İlerisini de gördünüzse, bu sefer uygulamaya geçersiniz. Uygulama tamamen sakin ve panik olmayan bir ruh hali içerisinde, adrenalin seviyesi minumumda iken yapılmalıdır. Eğer adrenalin seviyesi minimumun birazcık bile üstünde olursa, tamam size katılıyorum, bu bir intihar girişimidir. Vücudunuzun tüm uzuvları tamamen beyninizin kontrolü altında olmalıdır. İnsan olduğunuzu ve iki ayak üzerinde yürüdüğünüzü unutup kendinizi tamamen bir kedi gibi hissetmeniz gerekir. Yani sizin dört eliniz veya dört ayağınız varmış gibi hissetmeli ve davranmalısınız.
*** Sizler de yaptığınız her işte, özellikle sizin için, şirketiniz için hayati uygulamalarda ayrıntılara dikkat ediyor musunuz? (Mükemmellik ayrıntılarda gizlidir. Şeytan ayrıntılarda gizlidir. O halde mükemmellik şeytanlıktır. Ne mantık ama!... Siz siz olun fazla şeytanlık yapmayın, her şeyde olduğu gibi onun da fazlası zarar...)
Yavaş yavaş tırmanıyordum. Önce asamı gidiş istikametimde yukarıda bir yere doğru uzatarak dengesini bulup bir yere park ediyorum. Sonra vücudumu o seviyeye çekince, asamı alıp tekrar yukarı bir yere koyuyorum. Tırmanış bu şekilde devam ediyordu... Derken öyle bir an geldi ki, asamın benim sol altımda bir yerde kaldığını fark ettim. Tamamen bir kedi gibi dört ayağımla kayaya yapışmış durumdayım. Asam da sol ayağımın altında bir yerde kalmış. İlk defa aşağıya doğru dikkatlice baktım ve yükseklik korkusu olanların psikolojisini herhalde biraz daha anladığımı sanıyorum...
Önce sol elimi bırakarak aşağıya doğru asaya ulaşmaya çalıştım, beceremedim. Başka alternatif pozisyonlar bulmaya çalıştım, bulamadım. Tekrar biraz aşağıya inmem ve yeniden bir deneme yapmam gerekiyordu. Fakat asam uğruna, bulunduğum yerde o kadar çok debelenmiştim ki, bir anda biraz aşağıya inip yeni bir deneme yapmaya yetecek gücümün kalmadığını fark ettim. Hatta en kötüsü, o anda, daha da kolay olan yukarıya çıkma eylemini gerçekleştirebilecek gücümün bile kalmadığını düşündüm. Adrenalin damarlarımda fink atmaya başladı. Çünkü sevgili asam uğruna, yukarıya tırmanmak için gereken gücümü de harcamış olduğum düşüncesi gözlerimin önünde çakıp çakıp duruyordu. Panik!...
Birden duyguların düşüncelerin ürünü oldukları aklıma geldi. Panik duygusunu durdurmak için bunun tetikleyicisi olan düşünceyi bulmam gerektiğini akıl ettim... Eveeeet, bu gücümün kalmadığı hakkındaki olumsuz düşüncemdi. Daha önce de hiç gücümün kalmadığını düşündüğün deneyimler yaşamıştım, fakat mucizevi bir şekilde düşündüğümün çok çok üzerinde, kendimi bile hayretler içerisinde bırakan performanslarım olmuştu. Hepsi de içerisinde bulunduğun durum gibi, bir zorluk ve/veya bir zorunluluk karşısında yaşadığım deneyimlerimdi. En önemlisi, içlerinden hiçbirisinin şu andaki kadar hayati bir durum olmaması idi.
Çabuk bir kararla, derin ve çok yavaş bir şekilde nefes alarak yaşam enerjisini içime çekmeye başladım. Daha sonra yine yavaş yavaş nefesimi vermek şeklindeki uygulamaya devam ettikçe, kalp atışlarımın yavaşlamaya başladığını duydum (duydum diyorum, çünkü aşağıdaki sahilde bulunan sabah yüzmesi tutkunlarının da duyduklarına yemin edebilirim). Her derin nefes alış-verişimde gücüm tekrar yerine geliyordu...
Şimdi sorun, sevgili asamı bulunduğu yerde bırakarak yukarıya tırmanışa devam etmek ya da tekrar ona ulaşmaya çalışmak için inatlaşıp inatlaşmamaktı. Asaya baktım, asa zaten bana bakıyor ve “Beni burda böyle öksüz bırakıp satıp gitmeyeceksin değil mi?” diyordu sanki. Demese bile bana bu duyguyu hissettiriyordu... Tamam bana çok yardımcı oluyor, ama vazgeçilmez değil ki! Diğer yandan, yukarı çıkınca bir başkasını kolaylıkla yapabilirim. Kardeşim alt tarafı bir odun parçası, ben bunun için mi hayatımı tehlikeye attım diye düşündüm ve tırmandım.
** Siz de işyerlerinizde, size çok yardımcı olduklarını düşündüğünüz için sevdiğiniz, çalışma biçimleriniz ve/veya çalışma arkadaşlarınız olan asalarınıza ne kadar bağlısınız? Hayatınızı onlar için verir misiniz?
** Belirli bir amaca ulaşmak, büyük ve hayati bir engeli aşmak için, alışkanlıklarınızın veya yanınızdaki kimselerin feryatlarına rağmen, onların isteklerine karşı gelerek, yapılması gerekeni yapmaya ne kadar hazırsınız? (İyi düşünün, yapmazsanız kelleniz gidebilir!)
** Feda ettiklerinizin, sizi hedeflerinizden uzaklaştırmasına, hatta hayatınıza kasdetmesine izin vermeye devam mı edeceksiniz, yoksa diyetinizi ödeyip kolunuzu kesip yolunuzda ilerlemeye devam mı edeceksiniz?
Çok fazla düşünmeyin canım. İlk defa kardeşimden duyduğum ve patentinin kime ait olduğunu bilmediğim yani anonim olduğunu düşündüğüm bir söz var. Çok severim ve çok kullanırım: “Ceketin kolu var, her işin bir çözüm yolu var!” Çok doğru bir söz, herşeyin bir çözümü vardır.
Yukarı çıkınca kayanın arka tarafından aşağıya inmek için çok kolay bir yol olduğunu gördüm. Çünkü aşağıdan bakınca böyle birşeyi görmek mümkün değildi. Ben de bir saate yakın bir sürede tırmandığım 30-40 metrelik kaya parçasından aşağıya 2-3 dakikada indim ve tekrar asama kadar tırmanarak, o noktadan aşağıya doğru inmesi daha kolay olduğu için, onu alıp bu sefer aşağıya doğru indim.
** Yukarıya tırmanınca, aşağıdan görülemeyen şeylerin daha rahat görülebildiğine sizler de inanıyor musunuz? (İyisi mi, siz yolunuzda yürümeye devam edin. Yukarıya tırmanınca aşağıdaki asalara daha rahat yardım edebiliyorsunuz.)
Benim asama ne mi oldu? Tahmin ediyorum, hala sakladığım çalının altında çetin kış koşullarını geçirmeye çalışıyordur. Yazın tekrar gitmek kısmet olursa hasret gidermek umuduyla....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder