19 Şubat 2017 Pazar

Semaya Açık Namazgâhlar

Allah’a bağlılık nasıl kişinin iç dünyasıyla sınırlandırılamazsa, ibadetlerin de, sadece cami, mescit ve ev gibi kapalı mekânlarla sınırlandırılamayacağını ilân ediyor namazgâhlar. Bir dönem toplum hayatında önemli bir ihtiyaca cevap veren bu mekânlar devrinin sanat ve kültür anlayışına da ışık tutuyor. Çünkü namazgâhlar; şehirlere, kasabalara, kervan yollarına, mesire yerlerine  ve ordu sevkiyatının yapıldığı önemli kavşaklara insanların ihtiyaçlarını giderebilecek müştemilâtlarıyla birlikte tesis edilmişlerdir. Meselâ, ibadetin ön şartı olan temizliğin gereği gibi yapılabilmesi için, bu mekânların yanına mutlaka çeşme, kuyu ve abdesthaneler ilâve edilmiştir. Yaz aylarında serin olmaları için namazgâh mekânı olarak büyük ağaçların bulunduğu yerler seçilmiş; ağaç yoksa, bu alanlar kısa sürede ağaçlandırılmıştır.

Osmanlı’da vakıf geleneğinin örneklerinden biri olan namazgâhlar, ibadetlerin huşu içinde yapılmasına vesile olduğu gibi, birlik ve beraberliğin sağlanmasında da önemli roller oynamıştır. Hacca, sefere ve askere gidenlerin buralardan dualarla uğurlanması; ay ve yıldızlarla süslenmiş gökyüzünün kubbelediği uhrevî bir gecede, yatsı veya teravih namazlarının cemaatle buralarda kılınması Osmanlı insanın birlik ve beraberlik hislerinin inkişafına büyük katkılar yapmıştır.

Namazgâhlar Osmanlıya has bir gelenek değildir. Müslümanlar, ilk dönemlerden itibaren, temiz olmak şartıyla, her mekânı ibadet için kullanmışlardır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de açık mekânlarda namaz kılmıştır. Buralar, daha sonraları birer
namazgâh hâline dönüştürülmüştür. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bazen Cuma ve bayram namazlarını, Mescid-i Nebevî’nin yakınındaki açık alanda kıldırmıştır. Bu mekânda namaz kıldırdığı zamanlarda O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) bir bulutun gölgelediği rivayet edilir. Ömer bin Abdülaziz’in bu mekâna Medine Valiliği esnasında inşa ettirmiş olduğu mescide bundan dolayı “Gamame (Bulut) Mescidi” adı verilmiştir. Ayrıca, Şakk-ı Kamer Mu’cizesi’nin gerçekleştiği Ebu Kubeys Tepesi’ne de sonraki yıllarda namazgâh yaptırılmıştır.

Birçok hususta Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine rehber edinen Osmanlı Sultanları
da namazgâh geleneğine uymuşlardır. Bir hadîste namaz hakkında “gözümün nuru” ifadesi geçer. Hayatımızda ve kâinatta olup bitenlere imanın nuruyla bakabilmek için, gözlerimize fer verecek olan namazın ikamesi o kadar mühim olmalı ki, ecdadımız “namazın dosdoğru eda edilmesi” için gerekli zeminlerin hazırlanmasına büyük bir ihtimam göstermiştir. Ruhları şâd olsun!






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder