19 Şubat 2017 Pazar

Levrek Peşinde Bir Tutku Hikayesi

“Saat 18:00 olmuştu bir dahakine daha bilinçli ve bilenmiş olarak gelecektim. 
Herkesin bir avlak hakkında öyle veya böyle bu tip tecrübeleri vardır, çalışır, araştırır , sonunda balığı alır, 
Ben öncesinde yaşananları anlatmış olayım dedim. 
Çalışmalar devam edecek.”
26.04.2008 Çanakkale”

Levrek peşine tek başıma gittiğim Çanakkale gezisinin son paragrafları bunlar.

O tarihten bu zamana kadar yazdığım sorduğum, bilgi aldığım, sohbetlerde kulak kabarttığım tek şey Levrek avlamakla ilgiliydi. 

Yazarken bile çok düşündüğüm, hatalarım yüzünden başarısız olan ilk hamle ve bana kalırsa seneler önce avladığım ilk balıktan sonra bu sevda kendini aşmış tabiri caizse tutkuya dönüşmüştü.

İzinler alındı ve program yapıldı ; çevre ve bu balığın av verebileceği yerlerin daha önce tecrübesini yapmış üstad Cüneyt Alpay’a hiçbir müdahele yapılmadan rota çizildi. Her ne kadar çok fazla teorik bilgiyle dolmuş olsak da tecrübe önden gidiyordu.

Daha sonradan aslında toplam da 2 spin kamış hariç 4,5 kilo gelen çantanın bile fazla olduğu kanısına vardığım sırt çantamı arabanın arkasına koyarak yola çıktık.

Limana geldiğimizde saat 18:00 civarındaydı. Ekmek arası bir şeyler yedikten sonra ufak bir keşif yaptık mendireğin dış tarafında balık avlamaya çalışan arkadaşlarla selamlaşıp uzun saplı bir kepçe ile  mendireğin uç tarafına doğru geçtik. Sonradan limanın ortasından karaya dik olarak mendireğe doğru bir çıkıntı daha yapılmış iç taraf dışarıdan gelen dalgalara karşı daha korunaklı bir hal almıştı. 

Üstad mendireğin ucuna yerleşti, bir-iki  adımda ulaşabileceğimiz bir yere kepçeyi koyup bende iç tarafa doğru geçtim beş metre aralıkla konuşlanıp sahteleri çıkarmaya başladık.

Aramızda her ne kadar o an konuşulmamış olsa da  belli bir davranış biçimi gelişmişti.

Sessizlik,  gizlenme ve her ne olursa olsun aynı sahteyi ısrarla denememe , 

Deniz çalkantılı bir şekilde, rüzgar mendireğin ucundaki küçük fenerden içeri doğru ,kıyıya paralel bir şekilde esiyordu. 

Üstad, usulca ; Çok erken geldik bayağı buradayız, koşullar bizim için sürpriz yaratabilir diye ufak bir ara gazı verdi.

Ne yalan söyleyeyim, levrek avladığını bildiğimiz sahtenin dışında bu güne kadar sadece yüzdürdüklerim, görüp modelleyip satın aldığım sahteleri bu iş için tasarlanmış bel çantasından çıkarıp arka tarafımda rüzgardan uçmayacak şekilde yerleştirdim. Shimanoma sert bir kalama ayarı yapıp, Okumanın siyah sahte fırdöndüsünü Berkley 0,26 misinaya bağlayınca iş tamamdı.   

İlk 10-15  atışlık grubu Skip pro nun 10 cm lik kıraça benzeri bir sahtesiyle yaptım hem dip yapısını hem de takılıp takılmama riskini test etmek için bedene en ufaklarından gezer bir kurşun bağlamıştım.


Kamış : Lineafee RedMamba 220cm 10-20gr atarlı Makine : Shimano Soltace 4000FH QuickFireII


Misina Berkley Trlene smooth casting 0.26    5,200 kg çekerli

Biraz bekleyip  gezerli kurşunu çıkarıp  en çok ümit bağladığım  9 cm lik  Prologic Prey 03.Blue silver la   (sırtı mavi, alt kuyruk kısmı kırmızı)  çalışmaya başladım,  2. veya 3. atıştı, gelen misinayı takip ederken sahtenin titreşimlerini kamışın ucunda hissediyordum, yaklaştı artık diyip takılmasın diye sahteyi biraz daha hızlı sardığım anda Mavi gümüşün arkasından arkasından gelen o muhteşem üç balığı net bir şekilde  gördüm. 

Üstada dönüp elimle havaya doğru “üç” denize doğru “bir” hareketi yaptığımı hatırlıyorum. Oda heyecanlanmış olacak ki değişik sahteler denemek için fırdöndüye doğru uzanıp  “Güzel güzel” diye işaret yaptı.

Nede olsa Saroz daydık, önümüzden geçerek denize açılan,  denizden gelen herkes elini kaldırıp selam veriyordu. Hava kararmaya başlamış, çay krizim tavam yapmıştı,  e kolay mı deniz kenarında saatlerce çaysız kalmak… Arada yine ara vererek değişik aksiyonlar denediğim   PL Mavi Gümüşlerin 11cm liklerine aralıklı takipler almıştım bu bile bir tecrübeydi sonuçta. 

Bir ara uç tarafa geçtiğimde sonradan bana hediye edilen Sebass için “Ver bakalım şu canavarı da deneyelim ellemeyecektim ama çeşit olsun” diye onu da ufak koleksiyonun içine kattım.

Limanın iç tarafındaki sokak lambalarının sadece araç giriş kapısına yakın olan 4-5 tanesi yanıyordu çevrede başka yerleşim yerinin olmaması bazı durumlar için dezavantaj olabilirdi belki ama o zifiri akşamda gökyüzüne baktığımızdaki manzara inanılmaz keyif verici idi. 

Bir ara mola vermek için uca doğru ilerlediğimde çok yakın seyrettiğimizden olacak  üstad. Yer değiştirelim balık iç tarafta olabilir dedi.

Kamışı kaptığım gibi sahteleri toplayıp çıkıntının tam karşısına geçerken yolda “Kepçeyi unuttum” diye düşündüm… 

Amaç levrekle mücadele zevkini yaşamaktı, alamasam da olurdu…

Mendireğin tam ortasındaydım çıkıntıyla aramızda yaklaşık 40-50m mesafe vardı, olduğum yer sanki benim gibi biri için dizayn edilmiş ,neredeyse suya paralel bir kaya silsilesi idi. Sağ tarafım zifiri karanlık bazen tepenin üstündeki kampçıların aracının ışıklarıyla aydınlanıyor sol tarafım nispeten öbür taraftan daha aydınlık 100-150 m çaprazımda seri halde yanan sokak lambalarının ışıkları suya vuruyor beyaz bir minibüsten hafif şekilde müzik sesi geliyordu. 7-8 atış sağa bir sigara  aynısı sola derken sahteyi değiştirip sebassı taktım. Tamamen refleks olmuştu artık sahte değiştirmek.

Sokak lambalarına doğru kamışı hayli zorlayarak makinedeki QuickFire sisteminin de yardımıyla seri atışların ikincisini yapmıştım, bir-iki saniye bekleyip misinayı suya paralel hale bile getiremeden yaptığım ikinci sert harekette makinadan o inanılmaz ses geldi.

“cırrrrrr”  işte hep düşündüğüm hayalini kurduğum, kurguladığım ses kulaklarımdaydı, 

O ana kadar tüm okuduğum ve duyduklarım hızla geçti aklımdan. 

Balıkçı refleksiydi herhalde kamışı tatlı-sert kaldırıp tasmaladım, karanlık olduğu için ilk anlarda  tam yer tespiti yapamasam da nerede olduğunu ancak kamışın ucundan ve sokak lambalarının sudaki izinden kavrayabiliyordum ilk tasmadan sonra kalama sesi azalmış balık kıyıya dik olarak yüzmeye başlamıştı. Hah dedim kendi kendime “şimdi ne yapacaksın” misinayı mümkün olduğu kadar balığın yüzüş doğrultusuna dik ve gergin tutmaya çalışarak sarıyordum makinayı. 

Çok büyük olmadığı düşündüğüm balık bir anda tekrar açığa dönüp yol istemeye başladı suya paralel olan kamışı dikleştirip sarmaya devam ettim. Ben sardıkça balık sokak lambalarının sudaki aksini yararak şapırtılar çıkararak önümde büyük bir yarım ay çizmeye  başladı, kıyılamaya başladığında kamışı eğerek makinaya yüklendim artık yorulmuş olmalı ki sağ tarafımdaki kayanın önünde çırpınmaya devam etti içimden bir ses “kaçıracaksın şimdi kaldır” diyor diğer ses “bu heyecan bile sana yeter kaçarsa bile kimsenin bilmesine gerek yok”  diyordu, benim makinelerimde  kol sağdadır onun verdiği avantajla kamışı ve misinayı kalama almayacak şekilde sağ elimle iyice kavrayıp ilerleyerek hafifçe kamışı diktim balık sudan çıkıp yanımdaki kayanın üstüne düşerken sol elimle havada kavrayıp “seni bırakmam” dediğimi hatırlıyorum. Balık çırpındıkça elime bir şeylerin battığını hissetmemiştim bile. Nefes nefeseydim. 

Kafa lambasını yakıp baktım küçükte olsa levrek familyasından bir balık ellerimin arasındaydı. Şimdi düşünüyorum da sohbet ederken “yakaladığım ilk levreği salarken çekeceğim” demiştim. Ama neden bilmiyorum  bu o an  aklımın ucundan geçmedi.

Heyecandan mıdır dizlerimde titremeye başlamıştı. Balık sahtenin kafa kısmına saldırıp iğneyi ağzına almış, sanıyorum sudan kaldırırken de solungacına takılan iğne bana yardımcı olmuştu. Sol elimde balık sağ elimde kamışla temkinli bir şekilde uç tarafa doğru giderken, aslında belki yirmi saniye süren ve her türlü koşulun benden yana olduğu bu hal için şükrettim. 

Benim için balığın boyundan çok, bir çok opsiyonu göz önünde bulundurup bu şekilde balık avlamış olabilmek önemliydi galiba müthiş bir dinginlik vardı içimde.  

Üstad yaklaşırken ilk önce anlamadı beni, sıkılıp geldim zannetti ama elimi havaya kaldırdığımda “ooo aldın mı” dediğinde  “Aldım” dedim. İlk balık, ellerimizde ki o koku,  karşılıklı Almanyayı yenip finale çıkmışcasına sevindik.  Hangisiyle aldın diye sorduğunda “Allah kahretsin gene o dedim” …  


Sebass HA-12

Balığın yakalanış hikayesiydi , birer sigaraydı derken üstad da toparlanıp benim 7-8 m kadar soluma geçti, yavaş yavaş yorulma ibareleri ve çaysızlık iyice kendini göstermişti. Yahu dedim kendi kendime hiç değilse termosu alsaydım aracın bir köşesinde gelirdi…

Yarım saat olmamıştı ki sol tarafta elini havaya kaldırarak ilk balığı yalnız bırakmadığını gösterdi, o karanlıkta tatlı bir rekabet  “O mu uzun ? Bu mu uzun ?”   “yok ilerde tutma,  biraz geri çek” derken saat 23:30 a gelmişti resimler çekildi, pozlar verildi ve yavaş yavaş araca doğru yollandık.

Araca bindiğimizde Üstadın yaşınıda göz önünde bulundurarak . Kamp yapmaktan vazgeçip Keşana doğru yola koyulduk. Aracın önünden geçerken gördüğümüz sonradan gelincik olduğunu öğrendiğimiz bir yırtıcının tam resmini alacaktık ki  arkasını dönüp çalıların arasına girdi.

Ufak bir program değişikliği yapıp dönelim mi dönmeyelim mi derken kendimizi Keşanda lokantanın önünde bulduk birer çorbadan sonra otele geçip uyuyacaktık ama günü yorumları bile neredeyse uykusuz bıraktı bizi.

Sahteleri çıkarıp arkası arkasına takıp kurumaya bıraktıktan sonra tek düşündüğüm şey uyumaktı.

Ertesi gün güzel bir kahvaltıdan sonra güneye doğru inip mavi ve yeşil arasında 400-500 metrede bir önümüze çıkan çökertme ağı iskeleleri eşliğinde, keşif ve tespitlerle geçti.

Bir ispendek için bu kadar yazı yazılır mı demeyin, İnsan bu kadar bilenirse olacağı bu…

Çalışmalar devam edecek.”
Tanbay SÜELÖZGEN
Saroz körfezi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder