Bağdatlıdır. Hille Müftüsü Süleyman'ın oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirip Irak'tan dışarı çıkmadı. Hazret-i Hüseyin türbesinin kandilciliğiyle geçinirdi. Hocası Rahmetullah Efendi'nin kızı Rahime'yle evlendi ve Fazlullah adında bir oğlu oldu. Tasavvuf denilen felsefe görüşüne bağlı, dini bütün, çok lirik bir şairdir. Leylâ ile Mecnun mesnevisi en değerli eseridir. Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir.
Mehmet, o kadar alçak gönüllü bir insandı ki, şiirlerinde Fuzuli (fazlalık) adını kullanırdı. Neye böyle yaptığı sorulduğunda «Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor. İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez, ya da başkasının şiiri benim sanılmaz» diye karşılık vermiştir.
Fuzuli son derece bilgili ve çalışkan bir insandı. Oğlu Fazl (erdem) in de öyle olması için çok çalışmıştı. Ama, olmadı. Çünkü Fazlullah, gayet tembel, kabiliyetsiz bir çocuktu. Bunun üzerine zamanın şairlerinden biri Farsça:
«Fazlî peder-ü püser fuzûli» yani, asıl erdemli olan babası, oğlan tamamiyle fazlalık, mısraını söylemişti.
Bütün şiirlerinde kendini Tanrı aşkına adamış olan Fuzuli, geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu. Bağdat'ı Kanunî fethedince, onun komutanına, padişah için kasideler, övgü şiirleri sundu. Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden, yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar. Zavallı Fuzuli, hiç bir zaman bu parayı alamadığı için, sonunda, Bağdat'ta barınamadı, biraz dış mahalle sayılan Hille'ye çekildi. Hüseyin Türbesinin bekçiliğiyle, yani türbeye bırakılan adak paralarından bakım fazlasıyle geçinmeğe çalıştı. Ama, Kanunî'nin fermanlarına tuğra basan Nişancıbaşı Celâl zade Mustafa Çelebi'ye de «Şikâyetname» diye ün yapmış, dokunaklı bir yergi örneği olan mektubunu yollamadan edemedi. Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı, edebiyat değeri büyük bir belgedir. Meselâ, hakkını istemeğe giden Fuzuli'nin: «Selâm verdim, rüşvet değildir deyü almadılar» sözü, hiciv şaheseridir.
Daha önce, Safevi Hükümdarı Şah İsmail, Bağdat'ı zaptedince, ona da «Beng ü bade (Afyon ve içki)» adlı bir mesnevi sunmuştu. Bu eserde afyonla şarabı konuşturur ve bunlardan her biri, kendini över. Derler ki Fuzuli'nin bu mesneviyi yazması, aslında Yavuz'la Şah İsmail arasındaki mektup düellosuna bir edebî şekil kazandırmaktır. Bu bakımdan semboller yerini bulmuştur: Şah İsmail-i Safevi, eserde afyonla, Yavuz ise şarapla temsil edilmiştir.
Kerbelâ olayını anlatan «Hadîka-t-üs-süedâ»sından başka, şairin en önemli eseri «Leylâ vü Mecnun» mesnevisidir. İslâm dinini kabul etmiş toplumların edebiyatlarında ortak konular çok görülür. Nitekim 15. yüzyılda Alişir Nevai gibi gerek Türk, gerek Arap veya iranlı birçok şair bu konuyu işlemiştir. Ama hiçbiri, Fuzuli'nin ulaştığı «Neoplâtonik aşk» anlayışına, tasavvuf görüşüne ve ifade lirizmine ulaşamamıştır. Denebilir ki, dünya edebiyatında Fuzuli'nin Leylâ ve Mecnun'u tektir:
Git, derdime sen deva değilsin
Bigânesin, âşinâ değilsin
* * *
Gördü ki bir avcı dam kurmuş
Damına gazaller yüz urmuş
Bir âh'u esir-i damı olmuş
Kan yaşı kara gözüne dolmuş
Boynu burulu ayağı bağlu
Şehlâ gözü nemlü canı dağlu
Sayyâd sakın cefa yamadır
Bilmezsin mi ki kana kandır?
gibi mısraları bu eseri baştan başa şiir haline getirir. Leylâ ile Mecnun, doğduklarından itibaren birbirlerini sevip ancak Ölümden sonra bileşebilirler ki, burada Leylâ Tanrısal güzelliği, Mecnun da ona karşı duyulan çekilişi temsil etmektedir.
Büyük şairimiz Fuzuli'yi, zaman zaman Araplar ve iranlılar kendilerine maletmek istemişlerdir. Oysa, öz be öz Türk'tür. Oğuzlar'ın Bayat kabilesinden gelir. Farisi divanının giriş bölümünde, kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir.
Fuzuli, bu girişte şöyle der:
«Aslım Türk, ana dilim Türkçe'dir. Arapça'yı ilmi mübahaseler esnasında, Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım. Çocukluğumdaki şiirlerim, daima ana dilimle, yâni Türkçe sadır olmuştur...»
Fuzuli, devrinin fen ve tıp ile ilgili bilgilerini de iyi öğrenmişti. Nitekim, onun «Ruhname» yahut «Sıhhat ve Maraz» isimli risalesi, şairin hekimlik ilmiyle de uğraşmış bulunduğunu gösterir.
Fuzuli, sadece Türk Tarihi'nin iftiharla kaydettiği bir şair değil, bütün dünyanın yakından tanıdığı kişiler arasındadır. Onun Türkçe, Arapça ve Farisî divanlarından başka, «Hadikatüssüada»sı da başlıca eserleri arasındadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder