Neden yap(a)mayasınız?
1. Dinle!
Sevdiklerimize iyilik etmek için, elimizden geleni yaparız, saçımızı süpürge ederiz, onların ayaklarının altına paspas bile oluruz. Ne var ki, kulaklarımızın da güzel bir iyilik aracı olabileceğini kimse söylemedi bize. Eşimiz ve çocuğumuz söz konusuysa, illâ da dilimizle tatlı bir şeyler söylemeye, illâ da elimizle uygun çözümler bulmaya çalışırız. Ama dinlemenin, sadece dinlemenin de bir iyilik olduğunu duymalısınız.
Dinlemek, bir insanın ruhunu ruhunuzda ağırlamak demektir. Hiç beklemeyin, hemen şimdi deneyin: Çocuğunuzu kulaklarınızı alabildiğine açarak, pür dikkat dinleme pozisyonu alarak dinleyin. O küçük ruhun nasıl da kocaman bir evrene dönüştüğünü, o minicik kalbin nasıl da taşıp kalbinize akmaya çalıştığını görün!
Sözcükleri ağzından çıkaramasa da, yüzündeki parıltının, gözlerindeki kıvılcımın size çok şeyler söyleyeceğine emin olun. Eşinizin sözlerini hiç kesmeden, araya çözüm önerisi sıkıştırmadan, gözlerine eleştiri oku çevirmeden dinleyin; sadece dinleyin. Emin olun ki şaşıracaktır. Göğsünü daraltan sıkıntılar hafifleyecek, kalbine yük olan sorunlar uçup gidecektir. Dinleyerek, onun ağzından çıkan sözlerin kulak zarınıza değmesinden daha fazlasını yapıyorsunuz; onun ruhuna ruhunuzda yer açıyorsunuz. Ve bunu sadece kulaklarınızla yapabiliyorsunuz!
2. Anla!
Bir söz içinde, sözün söylediğinden fazlası vardır. Sözün ilk anlamı üzerinden anladığınız sadece bir gölgedir. Ama unutmayın ki, her gölge arkasında güneşi saklar. Özellikle yakın olanlar, sözlerin söylediğinden daha çok şey söylemek isterler birbirlerine. Sözün içine baktığınız kadar arkasını da kollayın, çünkü gölge güneşten haber verir.
Evliliğinde sorunlar yaşayan bir erkeğe annesinin söylediği şu sözleri aklınızdan çıkarmayın: “Eşinin söylediklerini dinle!” Adam bunun üzerine gerçekten dinlemeye başlamış eşini ama bir süre sonra yeniden sorunlar çıkmış. Annesine başvurmuş yine. Bu defa asıl öğüdünü fısıldamış annesi:
“Şimdi git ve eşinin sana söyleyemediği her sözcüğü dinle.” Aşka giden yolun kapısının anahtarı, sevdiğinizi kulaklarınızla dinlediğiniz kadar, kalbinizle de dinleyebilmenizdir. Gölgeyi görüp de güneşi fark etmezseniz, üşürsünüz!
3. Söyle!
Anlaşılmayı ummak hoş bir duygudur. Keşke herkes, hele de eşimiz, bizi hiç yormadan, ağzımızı bile kıpırdatmadan, hemen anlayabilseydi! Ne kadar sevinirdik! Ne hoş sürpriz olurdu! Bu konuda, içimizden geçenleri, tereddütle mırıldandıklarımızı, kendi kendimize fısıltıyla söylediklerimizi, hatta kendimize bile söyleyemediklerimizi “anlayacak” sadece kalbimizin ve bilinçaltımızın kıvrımlarına bile aşinâ olan Rabbimizdir. Yaratıcımızdan beklediğimizi, yarattıklarından ummak ise bizi kaçınılmaz olarak hayal kırıklığına uğratır. Öyleyse, anlaşılmayı ummak yerine, kendinizi olabildiğince anlaşılır eyleyin. Eşinizin sizi kalbiyle de dinlemesinden önce siz ona kalbinizden geçenleri de söyleyin. Söyleyin! Doğrudan söyleyin!
4. Bekle!
Her insan hak ettiğini yaşar. Önümüzdeki hayat hep aynıdır; akıp giden zamanın “tik–tak” sesleri kişiden kişiye değişmez. Ancak her bir insanın hayata kattığı neyse, hayattan aldığı da odur. Siz içinizdekini değiştirirseniz, dışınızdakiler de size göre değişebilir. Yani ki, hayatımızın rengini karşılaştığımız olaylar değil, olayları nasıl karşıladığımız belirler. Önünüze gelen olumsuzluklara, yolunuza çıkan sorunlara tepki vermeden önce bir bekleme süresi koyun kendinize. Sizi kızdıran, sizi üzen bir şey duyduğunuzda, hemen tepki vermeyin, bekleyin. Olaylar ve olaylara verdiğiniz tepki arasında hep bir mesafe olsun. Dışınızda olanların sizi etkilemesine izin vermeden; siz içinizde olanı, yani tepkinizi değiştirmeye çabalayın. Hem zaten siz, içinizde olanı ortaya dökmek için var edilmiş değil misiniz? Dışarıda olan bitenin silik bir kopyası olacaksanız, her zaman her şeye herkes gibi tepki verecekseniz, sizin farkınız ne ki? Bekleyin ve fark getirin. Hak ettiğinizi yaşayın!
5. Bak!
Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmezseniz, cevizin hepsini kabuk sanırsınız. Körlükler içinde en vahim olanı, muhtemelen insanın insana körlüğüdür. Bir insanın güzelliğine körleşmişseniz, onu sadece görmemekle kalmaz; başkalarının görmesine de izin vermez bir karanlığa mahkûm edersiniz, hatta onu bir daha göremeyeceğiniz kadar karalarsınız. Cevizi kabuğundan ibaret sayan, artık cevizi görse de göremez ki. Kaybedip de aradıklarınızı belki bulursunuz, ama kaybedip de kaybettiğinizi fark etmediklerinizi hiç aramazsınız. Aramadığınız şeyi asla bulamazsınız, bulsanız da bulduğunuzu fark edemezsiniz. İyice bir bakın eşinize, belki de onun içinde sakladığı güzel insanı size anlatmasına fırsat vermediniz. Belki de hep kabuğundan ibaret bildiniz cevizi… Onu kazanmak için çaba göstermeniz gerekiyordu ama kabuğunu kıracak kadar beklemediniz. Belki de eşiniz kaybettiğinizi bile fark etmediğiniz bir kayıp. Açın gözlerinizi ve bakın, cevizin özüne inin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder