27 Mayıs 2017 Cumartesi

II. Sultan Mahmut : 1785 - 1839

Reformları ve tarihimize «Vaka-i Hayriye» adıyle geçen Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmasıyle ün yapan Osmanlı Padişahadır. Amcası Üçüncü Selim'in öldürülmesi üzerine tahta çıktı (1808). Otuz bir yıl süren saltanatı boyunca batılılaşma hareketine öncülük etti, birçok yenilikler soktu yurda. Besteci ve ozan oluşunun yanısıra mükemmel bir hattattı. 54 yaşındayken vefat etti. Türbesi istanbul'da «Türbe» adiyle anılan semttedir.

Amcası Üçüncü Selim'in öldürülmesi üzerine tahta oturan II. Mahmut, amcasının başladığı devrim hareketine sahip çıkmaya hazırdı, ama ne çâre ki karsısında devrin diktatörü Alemdar Mustafa Paşa ile sinmiş gibi görünmesine rağmen henüz gücünden bir şey kaybetmemiş olan bir Yeniçeri Ocağı vardı. Ülke ise karma karışıktı. Arnavutluk'tan Yemen'e, Mısır'dan Manisa'ya kadar bütün yurtta mütegallibe âdeta birer hanedan kurmuş gibiydi. Sınır boyları ise savaşla doluydu. İkinci Mahmut böyle zor bir durumda çıktığı tahtta, amcasının yarıda bıraktığı işi tamamlamasını bildi. Bu arada askerlik sanatını bir yana bırakıp dışarıda hamallık kayıkçılık gibi işlerle uğraşan, ayrıca devletten ulufe (üç aylık maaş) alan yeniçerilerin başıboş düzenlerini de dağıtıp bu ocağın yerine muntazam ve batılı anlayış içinde bir ordu  kurmayı başardı.

İkinci Mahmut, başta yeniçeriler olmak üzere Kapıkulu Ocakları'nı ortadan kaldırmak için tam onyedi yıl büyük bir sabır içinde bekledi. Yunanistan ayaklanmasiyle dahi başa çıkamayan ve kumandanlarının da tüm güvenini yitirmiş olan yeniçerilerin pek yakında bulunan bir harp vukuunda hiç bir işe yaramıyacakları besbelliydi. İkinci Mahmut bu ocağın ortadan kaldırılması konusunda amcasının yolunu tuttu. Ancak ne var ki III. Selim'in başına gelenler ona gayet iyi bir ibret dersi olduğundan basiretli hareket etti. Önce kumandanlıklara, yeni bir ordunun kurulmasına taraftar kimseleri getirdi, sonra dolambaçlı bir yol seçerek «Eşkinci Ocağı» adı altında modern bir asker ocağı kurulacağını ve bu ocağa yeniçerilerin de gönüllü olarak girebileceklerini ilân etti (25 Mayıs 1825). Tam bir serkeşlik içinde bulunan yeniçeriler bunu bile hoş karşılamayıp 14 Haziran 1825 akşamı ayaklandılar. Ertesi sabah Etmeydanı'na çıkarak "istemezük diye bağırışıp kazan kaldırdılar."

Sadrâzam Benderli Selim Paşa, İzzet Ağa ve Hüseyin Paşa'lara emirlerindeki askerleriyle şehre gelmeleri emrini verirken, Şeyhülislâm Tahir Efendi de Sultanahmet Meydanı'nda Sancak-ı Şerif açtı, etrafına belli başlı bütün ulema ile yüksek medrese talebesini topladı. Kazan kaldıran âsilerin aleyhinde ateşli nutuklar söylemeye koyuldu. Tophane'den çıkartılan topçu birlikleri de Etmeydanı ile Aksaray'daki yeniçeri kışlalarına sevkedilmişti. Tarihte ilk kez yeniçeri kışlaları topa tutuldu. Ağa Hüseyin Paşa, emrindeki asker ve ondan daha kalabalık bir halk kitlesi ile kışlalara hücum etti. Aralarında Tophane İmamı Hacı Hafız Ahmet Efendi'nin de bulunduğu asker ve halk topluluğu cebren kışlalara girdi. Kanlı bir boğuşma başladı. O gün daha güneş batmadan her şey bitmişti. 6000 yeniçeri öldürülmüş, en az 20000 yeniçeri de tevkif olunup uzak yerlere sürgün edildiler. Böylelikle Yeniçeri Ocağı tarihe karıştı. Şan ve şeref dolu yıllardan sonra bir çapulcu yatağı halini almış bulunan 465 yıllık Yeniçeri Ocağı yerini «Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye» adını taşıyan yeni orduya terketti. Ağa Hüseyin Paşa ilk Serasker (Savunma Bakanı) olarak bu yeni orduyu kurmaya memur kılındı. Eski Saray (Bugünkü İstanbul Üniversitesi Merkez binası) seraskerlik, Süleymaniye'deki Yeniçeri Ağalık Sarayı da Şeyhülislâmlık binası yapıldı. Vak'a-i Hayriye adiyle anılan bu hareket ile memlekette reformlar devri başlamış oldu. Önceleri halk arasında «Gâvur Padişah» adı verilmesine rağmen işe kıyafet kanunu ile girişti (3 Mart 1829). Din adamları dışında kalan bütün devlet memurlarına fes, ceket ve pantolon giydirtti. Sarığı, cüppeyi ve kaftanı ilk atan da kendisi oldu. Sonra bu yeni kılık içindeki resimlerini resmî dairelere astırdı. Saray teşkilâtının yanısıra devletin işleme düzeni de tamamen değiştirildi. Yurtta başdöndürücü bir imâr hareketi başlarken buharlı gemiler ile makineler getirtildi. Yeni matbaalar açıldı, 1 Kasım 1831 gününden itibaren devlet tarafından Türkçe, Fransızca ve Arapça olarak hazırlanan «Takvim-i Vekâyi» gazetesi yayınlanmaya başladı. Batı musikisi, bando, orkestra, opera ve tiyatro yurda girdi. Harbokulu ile Tıp Fakültesi kuruldu.

Bütün bunları başardı ve bütün bir millete zorla da olsa kabul ettirdi. Fakat bunların başarılması yolunda karşılaştığı gaileler sağlık durumunu hayli bozmuştu. Verem denilen o amansız illete yakalandı. Hekimlerin bütün ihtimamına rağmen, günden güne eridi gitti. Nihayet 54 yaşındayken, hayata gözlerini yumdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder