Osmanlıda ıslahat hareketlerini doğuran neden, bir anlamda Batının dünya ölçeğinde konumu ve bunun Osmanlı’ya etkisidir. Nitekim Batıda 13. Yy’dan itibaren Pazar ilişkilerini ön plana çıkaran yeni bir üretim tarzı ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu yeni tarz üretim biçimi, 15. Ve 16. Yy’larda ki Rönesans hareketinin yol açtığı bilimsel devrimle birleşerek, sınai kapitalizmi haline dönüşmeye başlamıştır. Üretim hacminin artması, sermaye yatırımlarının çoğalması süreci Batının teknolojik üstünlüğünü doğurmuştur. “bunun yanı sıra 16. Yy’dan itibaren ulusal devletlerin ortaya çıkmaya başlaması; Rönesans hareketinin bireyi cemaat cenderesinden kurtarması; Reformasyon hareketi ile evrensel kilise idealinin yıkılması; ekonomik gelişmelerin dayattığı coğrafi keşifler ve sömürgeleştirme hareketi Batı Avrupa’yı tamamen başka bir evren haline getirmiştir” .Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğunun 18.yy’daki yenilgileri ve giderek büyük bir güç olma niteliği kaybedişi, Avrupa kuvvet dengesini de değiştirmiştir. Artık Batı için Osmanlı, askeri üstünlüğünün yanı sıra, ekonomik bakımdan da gücünü yitiren bir devlet görünümündedir. Osmanlı devleti artık Batı ülkeleri için bir tehdit olmaktan çıkıyor ve Doğu tehlikesini, Rusya temsil ediyordu. “ Rusya’nın yükselişi Avrupa düzenine yeni bir biçim vermiş ve Osmanlı devletinin yerini ve işlevini de kökünden değiştirmiştir. Artık Osmanlı devleti, Doğudan gelen bir tehdit değil, Rusya’ya karşı kullanılacak bir frendir. Kısacası bir tampon devlettir”
Batının elde etmiş olduğu teknik, askeri ve ekonomik üstünlüklerin yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu 17. Ve 18. Yy’larda ekonomik açıdan gerileme ve çöküntü, sosyal açıdan dağılma ve anarşik bir düzen içerisindedir. Bununla birlikte geleneksel devlet sistemi de çökmüş görünmekteydi.
Osmanlı İmparatorluğunu içinde bulunduğu bu durumdan kurtarmak için (Türkiye’nin modernleşmesi tarihinde en önemli safhalardan biri olan) 3. Selim ve 2. Mahmut döneminde devlet kurumlarında ve bunu tamamlamak için eğitim alanında girişilen geniş reform hareketleri, dikkati çeken gelişmelerin başındadır. Ancak Ülken’in de belirttiği gibi yenilikçilerin önüne hep iki engel çıkmaktadır. Bunlardan birincisi; “Modern araştırmayı hatta öğretimi, din için tehlikeli sayan fanatikskolastik zihniyet, ikincisi ise ;Modern araştırmanın derin köklerine inmeye sabredemeyen ve her şeyden önce, gücünün ihtiyacına cevap vermek isteyen idareci zihniyettir. Birincisi ile savaş kolay olmadı. Fakat o nispeten yenildi, geriledi. Hatta modern zihniyet, 19. Yy’ın sonlarından beri eski “medrese”nin içerisinde bile kısmen sokuldu. Fakat ikincisi ile savaş çok daha güçlü oldu ve bugüne kadar gerçek ilim zihniyetinin yerleşmesine asıl engel bu ikincisi oldu” . Bu nedenle Osmanlı yenilikçileri ordunun ıslahından başlayarak, eğitim kurumlarını düzenlemek, ekonomik plan kurmak gibi her alanda düşünceyi ---?--- olarak gördü. Bunun sonucu olarak reformlar, sorunların derinliğine inmekten ve teorik çerçevesini oluşturmaktan çok prakmatik amaçlar çerçevesinde yapılmıştır. “Osmanlı Batılılaşamaya pragmatik bir yaklaşımla girdi. Ama bu sürece girince gelişmeler onu bu güne kadar getirdi. Osmanlı’nın Batılılığı teorik planda hazırlayamayışının en önemli kanıtı, tarih, felsefe, ve edebiyat alanındaki yavaş değişmelerdir”
Osmanlının içinde bulunduğu durumdan bir an önce kurtulma düşüncesi, Osmanlı yenilikçilerinin pratik çözümlere yönelmesi ve bir anlamda “yüzüstü Batılılaşma” hareketlerinin gerçekleşmesine neden olmuştur. “bu yüzüstü Batılılaşma hareketleri gerçekleştiği sıralarda Osmanlı imparatorluğu da çöküntü halinde bulunuyordu. 1553 te Kanuni Sultan Süleyman’ın bazı batılı devletlere verdiği ilk müsaadenin, sonradan devlet zayıfladıkça batılı kuvvetler tarafından genişletilmesinden doğmuş olan kapitülasyonları, Türkiye’nin üzerinde ekonomik bir cendere haline getirmiştir. Modernleşme kuramlarını hazırlamak üzere yabancı devletlerden alınan büyük borçlar da, ayrıca memleketin ödeyemeyeceği ikinci bir yükü “ Duyun-u Umumiye” yi doğurmaktaydı. Bu sırada yabancı müdahaleler günden güne artıyor ve Türkiye Hıristiyan tebaasının haklarını korumak bahanesi ile ve her vesile ile “Babıali” ye baskı yapıyorlardı. Artık batılılaşma ve modernleşme yalnızca ordunun ıslahı ve bunun için gereken teknik tedbirlerin alınmasından ibaret kalamazdı.”
Bu noktada Tanzimat, askeri ve teknik olarak başlayan batılılaşmanın siyasi- hukuki bir şekil olarak, eski ıslahat zincirinin daha geniş bir halkasıdır. Tanzimat’la birlikte 1683’den itibaren her sahada gerileyen Osmanlıya karşın; Rönesans ve Reform hareketleri ile her sahada ilerleyen Avrupa ile aramızdaki mesafenin askeri ve teknik alanlardaki ıslahatlarla kapatılamayacağı görülmüştür. “ 16. Yy’ın sonlarına kadar Osmanlı devleti batıya karşı kendini hep üstün hissetmiştir. 16. Yy’ın sonlarından itibaren özellikle 17 yy’ın ikinci yarısında şiddetle duyulmaya başlayan bozuklukları gidermenin yolu olarak her ikisi ile dönüşün uygun olacağı ileri sürülmüştür. 2. Osman (1618-1622) ve 4. Murat (1623-1640) saltanatları ile Köprülüler vezareti dönemleri Osmanlı İmparatorluğunu ıslah etmenin eski düzenin ihyasıyla mümkün olduğu düşüncesinin müfrit bir şekilde uygulandığı dönemdir. Ancak, 17. Yy’ın son yılında (1699) Osmanlı Devleti Batıya karşı ( en azından askeri alanda) geri olduğunun bilincine varmaya başlamıştır. Ve bu tarihten sonra düzeni reforme etmenin atıfları, önce mütereddit, sonra açık bir şekilde batıya yönelme başlanmıştır.
Demek ki, 18. Yy’ın başından Cumhuriyet dönemine kadar olan ıslahat çabaları tarihi, bir anlamda, Osmanlı Batılılaşma tarihidir de ve bu bağlamda, Osmanlı Batılılaşması ile Islahat hareketleri özdeştir” . Osmanlı batılılaşmasının, batı şekline göre ıslahat olmaktan öteye geçememesi, Osmanlı Batılılaşması ile ıslahat hareketlerinin özdeş olması, Osmanlı Batılılaşma sürecini 18. Yy’dan başlayan “ıslahat hareketleri” içinde düşünmek gerekliliğini doğurmaktadır.
Bu noktada, Osmanlı ıslahat hareketlerinin hepsini Batılılaşma süreci içerisinde düşünemeyiz. Nitekim, “ Osmanlı Devletinde yapılan ıslahatları iki grupta toplamak ya da mutabaka etmek mümkündür. Bunlardan birinci grubu; devletin kendi tarih ve kültürü baz alınarak yapılan ıslahatlar, ikinci grubu ise ; Avrupa kültür ve medeniyetinden etkilenerek yapılan ıslahatlar oluşturmaktadır. Tanzimat, ikinci grupta yer alan türden ıslahatların bir neticesi olarak gerçekleşmiş geniş bir ıslahat programı olarak karşımıza çıkmaktadır”
Bu noktada 19. Yy ıslahatlarının zirve noktası olan Tanzimat fermanı, ilanından önceki ıslahatların bir neticesini sunan ve ilanından sonra yapılacak ıslahatların bir programını ortaya koyan bölge olması nedeni ile, Türkiye’nin modernleşme süreci içerisinde önemli bir konuma sahiptir ve Türk tarihsel gelişiminde önemini sürdürmektedir.
TANZİMAT’I HAZIRLAYAN GELİŞMELER
Tanzimat’ı ortaya çıkaran nedenleri, 18. Yy’da Osmanlı toplumunun tüm kurum ve kuruluşlarını ayakta tutan, inanç, düşünce, bilim ve felsefe, askeri, maliye, hukuk, idare, ekonomik ve siyaset alanındaki değişim ve dönüşümlerden ayrı düşünemeyiz. Nitekim , bu değişim ve dönüşümlerin yaşanmasında, Batılı devletlerin Osmanlı toplumu üzerindeki etkisi de önemlidir. Bu bağlamda Tanzimat’ı ortaya çıkaran nedenleri iç ve dış faktörler olarak iki kısımda ele alabiliriz.” İç faktörler, Tanzimat’ın bir sonuç olarak ortaya çıktığı Osmanlı batılılaşma hareketlerini anlatırken genel olarak üzerinde durulan hususlardır. Dış faktörler ise cereyan eden hadiselerdir.”
Gerçekten 16. Yy’dan beri Osmanlı devleti sahip olduğu üstünlüğü kaybedip, devlet kurumlarının ve kanunların asrın ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte olmaması, devletin maddi ve manevi gücünü kaybetmiş olması, bunun sonucunda her sahada yenilgiye uğraması yeniden ve geniş bir ıslahat hareketini zorunlu kılıyordu. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti’nin müdahale edemediği alanlardaki gelişmeler Tanzimat’ın alanında daha güçlü belirleyiciler olarak ortaya çıkmıştır. Bu gelişmelere bakacak olursak;
Tanzimat’ı hazırlayan siyasi gelişmelerden biri, Osmanlı kendi içinde bir kuvvet olan Mısır valisi Mehmet Ali Paşanın, Osmanlı’ya karşı elde etmiş olduğu başarılardır. Nitekim, “II. Mahmut zamanında, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa, Fransızların yardımı ile bir çok reform yapmış ve oldukça güçlenmiştir. Mora isyanının bastırılmasında gösterdiği yararlılıklardan dolayı kendisine Girit valiliği vad edilmiştir. Ancak, Paşa bunun yanında Suriye valiliğini de istemiş ve bu isteği sultan tarafından red edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine, Mısır ile Osmanlı devleti arasında savaş hali başlamıştır”. 2. Mahmut’un Mehmet Ali Paşa karşısında aldığı yenilgiler Osmanlı Devletini Tanzimat’a zorlayıcı bir etki yapmıştır. Bunun yanında Mısır meselesi Tanzimat’ın sadece yeni bir düzen isteğinden değil, kendini koruma ihtiyacından kaynaklandığının somut bir göstergesidir.
Tanzimat’ın bir saltanat sorunu olduğunu belirten Küçük’e göre, saltanata yapılmış en somut tehdit Mısır ve Mehmet Ali Paşadır. Ona göre; “Mısır Tanzimat’ı iki boyutta etkiliyor. Hem bir model hem de zorlayıcı bir neden olarak. Yeniçeriliğe karşı kazanılan zafer gününde Mahmut’un giysileri Mısır’ın Türkiye’deki yenilikler için model olması boyutunu veriyor. Daha sonra Mısır ile savaş ve bu savaşın yol açtığı utanç verici yenilgiler, Mısır’ın zorlayıcı yanını getiriyor. Fakat ister model olsun, isterse zorlayıcı, Mısır 19. Yy Türk aydın ve yenilik tarihinde önemli bir yere sahip bulunuyor.
Tanzimat’ın ilanında Mısır’ın zorlayıcı etkisinin model olma etkisinden daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Mısır meselesi, Osmanlı Devletini yabancı devletlerle birçok antlaşma yapmak zorunda bırakmıştır. Özellikle İngiltere ile yapılan ticaret antlaşması, 2. Mahmut’un Mehmet Ali Paşaya karşı İngiliz desteğini sağlamasının bedeli olarak imzalamıştır.
Tanzimat’ı hazırlayan ekonomik gelişmeler ise Mısır meselesi ile bağlantılı olan Tanzimat Fermanı’nın ilanından önce, 16 Ağustos 1838’de İngiltere ile imzalanan Balta Liman Antlaşmasıdır. Balta Liman Antlaşması ile birlikte, İngilizlere ticari alanda geniş imtiyazlar sağlanmıştır. Bu durum, İngilizlerin Osmanlılar üzerinde daha fazla nüfuz sağlamasına olanak tanımıştır. “1838 Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşmasını 25 Kasım 1838’de Fransa il imzalanan ticaret antlaşması izlemiştir. Daha sonra benzer hükümler ihtiva eden antlaşmalar Sardunya, Gelemenk, Belçika, Prusya, Sicilya ve Brezilya gibi devletlerle de imzalanmıştır” .
Osmanlı devletinin kötü durumda olan ekonomisi, yabancı devletlerle yapılan antlaşmalarla daha kötüye gitmiştir. Ayrıca batılı devletlere antlaşmalarla verilen imtiyazlar, Osmanlı devletinde nüfuz sahibi olmalarına yol açmıştır.
Balkanlardaki milliyetçilik hareketleri ve Avrupa devletlerinin baskıları da Tanzimat’ı hazırlayan sosyal, siyasal gelişmeler çerçevesinde önemlidir.
1789’da Fransız ihtilalinin bir sonucu olarak ortaya çıkan Milliyetçilik hareketi Avrupa’yı etkisine almış, bu durumdan Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da yer alan eyaletleri de etkilenmiştir. Özellikle Avrupa devletlerinin dini unsurları kullanarak azınlıkları kışkırtmaları ve Hıristiyan tebaanın haklarını korumak bahanesi ile Osmanlı devletine yaptığı baskılar siyasi ve hukuki ıslahatlar yapma zorunluluğunu doğurmuştur.
“Avrupalı devletler, Hıristiyanlıklarını bahane ederek, Osmanlı Devleti’ni zayıf düşürmek için gayri Müslim unsurlara hamilik yapmaya başlamıştır. Rusya bir taraftan Balkanlarda Bulgarları destekliyor ve Bulgar milliyetçiliğini körükleyerek onları Osmanlı ‘ya karşı isyana teşvik ediyordu. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’ndeki Rum ve Ermeni Ortodoksların dini haklarına gerekçe göstererek bu cemaatlerle ilişkiye geçiyor ve açıkça Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışıyordu. Ermenilerin Katolik oldukları tezinden hareketle Fransa’da Katolik cemaati ile ilgili oldukları devlete telkinlerde bulunuyordu. Hıristiyan mezhepler vasıtası ile kendi çıkarlarını koruyan Fransa ve Rusya’nın faaliyetlerini izleyen İngiltere’de aynı yöneteme başvurarak bölgede Protestanlık propagandası yaptı ve bir Protestan cemaati oluşturdu. İngiltere’nin bu teşebbüsünü Almanya ve ABD’de desteklemiştir” .
Bununla birlikte, Tanzimat’a batının etkisinin devlet zihniyetindeki değişmelerde görmekteyiz. Nitekim, batı memleketlerine elçilikle giden devlet adamlarımız, orada uyanan yeni devlet anlayışı, hürriyet ve eşitlik fikirlerinden etkilenmişlerdir.
“Osmanlı toplumunda 3. Selimin başlattığı yeniliklerin 2. Mahmut tarafından daha katı ve kararlı şekilde yürütülmesi ile, ülkenin kapıları Batıya açılmış oldu. Devletin öncelikle askeri, idari ve mali alanlarda yaptığı değişikliklerle, merkezi idarenin güçlenmesi ve oteritesinin ülkenin her yerinde hakim kılınması isteniyordu. Ancak açılan kapıdan sadece askeri, idari ve mali alanlardaki kurum ve fikirler gelmiyordu. Avrupa’da köklü bir değişimin ateşini körükleyen Fransız ihtilalinin devrimci fikirlerine de ilgi fazlaydı. Bu fikirlerin yurda girişini sağlayan başlıca Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelen tüm bu gelişmeler, Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumdan kurtuluşunun, yalnızca askeri ve teknik ıslahatlarla mümkün olamayacağı fikrini doğurmuştur. Bu noktada, Tanzimat, siyasi-hukuki ıslahatları kapsayan bir programı olarak gündeme gelmiştir.
Faaliyetler, yeni kurulan askeri okullardaki Fransız öğretmenlerin çalışmaları ile Fransız hükümetinin İstanbul’daki propaganda girişimleriydi. Ayrıca Batı ülkelerine gönderilen öğrenciler, diplomatik görevliler, Batı dillerini bilen ve bu dillerde yazılanları okuyan genç bürokrat ve aydınların faaliyetleri de Batılı fikirlerin tanınmasını sağlıyordu” .
3. Selim döneminden itibaren Batı başkentlerinde açılan düzenli temsilciliklerde görevlendirilen genç memurlar Avrupa’daki gelişmeleri ve fikirleri yerinde tanıma olanağı buldular. Bunun yanında 1821’de kurulan Tercüme odasının Türk yenilik tarihinde önemi büyüktür. “1821’de Bab-ı Ali’de kurulan tercüme odasında Batı dillerini öğrenen genç kuşaklar, Avrupa’da çıkan yayınları ve Batıyı daha yakından tanıma imkanı bulan gençler, devletin yeni bürokrat sınıfını oluşturdular, Tanzimat döneminin ünlü sadrazamları, Ali,, Fuat, Reşit Paşalar da içinde olmak üzere pek çok yenilikçi aydın ve bürokrat ilk eğitimlerini Tercüme Odasında gördüler” .
TANZİMAT FERMANININ HAZIRLANMASI VE İLANI
II.Mahmut’un 1826-1839 yılları arasında gerçekleştirdiği ıslahatlar, 3. Selim zamanından beri yapılan ıslahatların devamı olup, Tanzimat ıslahatlarının öncüsüdür. Bu noktada, “Tanzimat kavramının 1839’dan önce kullanıldığı ve II. Mahmut döneminde ilan edilmesinin planlandığını görmekteyiz.
“Mustafa Reşit Paşa Osmanlı Devleti’nde bir reform yapmayı kafasına koymuştu. Bu projeye ‘Tanzimat Hayriye” adını vermiş ve bu reform paketini hazırlayıp bir hatt-ı hümayunla ilan edilmesi hususunda 2. Mahmut’u ikna etmişti. Bu amaçlarla 24 Mart 1838 yılında Meclis-i Vala’yı Ahkam-ı Adliye kuruldu. Meclisin görevi Tanzimat-ı Hayriye’nin nasıl hazırlanacağını müzakere etmek idi. Meclis 31 Mart 1838’de ilk toplantısını yaptı”
Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyenin kurulması ile başlayan Tanzimat Hayriye’nin Gülhane Hattı’nda belirtilen esasların büyük bir kısmını içerdiği görülmektedir. Nitekim, “ II.Mahmut, Meclis-i Vala’yı kurdurarak, yeni düzenlemeler yapma yetkisini bu Meclise devretmiş, iktidarının bir kısmından feragat etmiştir. Reşit Paşanın Hariciye Nazırı sıfatı ile talebi, bu Meclisin yetki alanına girmektedir. Padişah acil görünenleri uygulamaya sokarken, Meclis’in yetkilerini çiğnememeye özen göstermektedir. Tanzimat döneminin ayırt edici vasfı olan, saray iktidarının bürokrasi (Meclis-i Ahkam-ı Adliye )ile paylaşıldığına dair bir işarettir bu” 2. Bu açıdan Tanzimat Meclislerinin, kanunlaştırma hareketi ile birlikte idari, mali, adli ve eğitimle ilgili olanlarda bir reform hareketi hazırlamak ve iktidarın saray ve Bab-ı Ali bürokrasisi ile paylaşılmasına geçişi noktasında da işlevsel olmasından dolayı, “II. Mahmut dönemi ile Tanzimat dönemi arasında bir geçiş meclisi niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz.
Mustafa Reşit Paşa, II.Mahmut öldüğünde İngiltere’de bulunuyordu. Abdülmecid tahta çıktığında İstanbul’a gelerek Tanzimat hazırlıklarına başladı. “Abdülmecid’in Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa, Battı uygarlığına hayran bir devlet adamıydı. Elçilik yaptığı Paris ve Londra’da bu ülkelerin yönetim sistemlerini inceleyip yakından bakma imkanı bulmuştu. Mustafa Reşit Paşa, devlet yönetiminin her din ve mezhepten tebaanın hak ve hürriyetlerini güvenceye alacak ve kanun hakimiyetinin tesis edecek şekilde yeniden düzenlenmesini istiyordu. Bu düzenlemeleri öngören bir ferman yayınlaması halinde, Batılı ülkelerin Hıristiyan tebaanın haklarını bahane ederek, Osmanlı’nın içişlerine karışmayacağına, düzenin yeniden sağlanacağına ve böylece çöküşün durdurulacağına inanıyordu” .
Reşit Paşa, fikirlerini Sultan Abdülmecid’e açarak, ıslahatın gerekliliğini anlattı. “Abdülmecid’de, M. Reşit Paşanın fikirlerini kabul etti. Fermanın hazırlanmasını M. Reşit Paşaya bıraktı. Bu vazifeyi üzerine alan M. Reşit Paşa, geceli gündüzlü çalışarak, kendi kalemi ile bir ferman sureti hazırladı, Abdülmecid’e okudu. Fermanı beğenen padişah, temize çektirip imza etti. Padişahın imzasını taşıyan tebliğ ve emirlere “Hatt-ı Humayün” denildiği için bu ıslahat projesine de “Hatt-ı Humayün” denildi. Gülhane Parkı’nda okunduğu için de “Gülhane Hatt-ı Humayün” denildi”.
FERMANI İLANI
Tanzimat fermanı, 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkı’nda, padişah, diğer devlet büyükleri, ulema, lonca ve esnaf temsilcileri ve halkın huzurunda Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu “Gülhane Hattı Humayunu adı verilen bu fermanla, Osmanlı Devleti’nde, İslam hukuku ve geleneksel kurumların bıraktığı hızlı bir değişim süreci başladı”
“Tanzimat fermanı, ilanından yaklaşık yirmi gün sonra devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin 187 numaralı ve 15 Ramazan1255/22 Kasım 1839 tarihli nüshasında yayınladı. Arkasından Fransızca’ya tercüme edilerek İstanbul’da bulunan yabancı devlet temsilciliklerine gönderildi”
TANZİMAT KAVRAMI VE TANZİMAT’IN DÖNEMİ
Tanzimat kelimesinin lügat manası “düzenlemeler” şeklinde verilebilir. Bu terim “tenzim” kelimesinin çoğu olup, o da “nizam verme” anlamına gelmektedir. Nasıl ki “ Nizam- cedit kavramının, “yeni düzen” ya da “yeni askeri anlamının dışında geniş manası ile, başlangıcı ve sonu belli olan bir dizi ıslahatı ifade ederse, “ Tanzimat” da 3 Kasım 1839’da ilan edilen ferman dışında, Osmanlı Devleti’nin en önemli reformlarının yapıldığı bir dönemi ifade etmektedir”
Bu durum Tanzimat’ın başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesine de yansımıştır. “Geniş anlamıyla Tanzimat (düzenlemeler), Osmanlı devlet yapısında ve devlet toplum ilişkilerinde yapılan düzenlemeleri ifade eder. Bu açıdan bu deyimin kapsamına, 3. Selim ve 2. Mahmut reformlarını sokan yazılar olduğu gibi, Tanzimat döneminin 2. Meşrutiyete (1908) kadar sürdüğü görüşünü savunanlarda vardır. Dar anlamı ile Tanzimat ise, genel olarak kabul edildiği üzere, 1839 Gülhane Hümayunu ile başlayıp 1870’li yılların başlarına kadar süren sınırlı bir dönemi ifade eder”.
Görüldüğü üzere Tanzimat’ın başlangıç ve sona eriş tarihinde tam bir kesinlik yoktur. Bunun nedeni ise, Tanzimat’ın, bir yandan 3. Selim zamanından beri yapılan ıslahatların bir devamı niteliğinde olması, diğer yandan da İmparatorluğunun sonuna kadar etkisini sürdürmesidir.
TANZİMAT FERMANININ İÇERİĞİ
Tanzimat fermanı beş temel alanda düzenlemeler getiriyordu. İslam hukuku ve geleneksel kurumlara ilaveten Batı hukuku ve kurumlarında yapılan düzenlemeler, ekonomi, askeriye, eğitim ve edebiyat, sanat alanında öngörülen düzenlemeleri içeriyordu.
Tanzimat fermanının giriş bölümünde, yayınlanış sebebi padişahın ağzından özetle şöyle açıklanmaktadır; “Devletin ilk dönemlerinde şeriat hükümlerine tam manasıyla riayet edildiği için devletin gücü ve tebaanın refahı yükseldi. Son yüz elli yıldan beri şeriat hakimiyeti kalmadığından, devletin gücü zayıfladı ve tebaasının refah düzeyi düştü. Bu gidişin durdurulabilmesi için devletin iyi idare edilmesi, vatandaşın güvenliğinin sağlanması, halkın malının, ırz ve namusunun korunması, vergi ve askerlik konularında yeni kanunların çıkarılması zorunludur. Müslim ve gayri Müslim tüm tebaaya eşit şekilde uygulanacak bu kanunlarla devletin gücü ve halkın refahı yeniden yükselecektir. Osmanlı ülkesinin coğrafi durumu, toprağın bereketliliği, halkın yeteneği ve zekası göz önünde tutulursa, gerekli çarelere başvurulduğu taktirde; Allah’ın yardımı ile beş- on sene içerisinde istenilen sonuçlara ulaşılacağından kimsenin şüphesi olmasın”.
Padişah, fermanda uyruklara tanınan hakların kendisi tarafından güvence altına alındığını söylemekte, çıkacak yasalar” din ve devlet ve mülk ve milleti ihya için vaz olunacak olduğundan”, bunlara karşı gelmeyeceğine de yemin etmektedir. “ Gülhane Hattı Hümayununda kabul edilen prensipler şu şekilde sıralanabilir”.
- Din ve mezhep ayrımı yapılmaksızın bütün vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanması garanti altına alınmıştır.
- İltizam usulünün kaldırılması ve vergilerin herkesin malına ve gelirine göre alınması kararlaştırılmıştır.
- Devletin kuvvetlenip gelişmesi, huzur ve asayişin sağlanması için bütün vatandaşların askerlik görevini yapması ve askere alınacak hakkaniyet ilkesine uyulması esasları getirilmiştir
- Suç işleyenlerin durumları yasalar gereğince incelenip karara bağlanmadıkça kimse hakkında ceza uygulanmaması ve kanun önünde herkesin eşit sayılması benimsenmiştir.
- Tüm devlet memurlarına maaş bağlanacak. Rüşvet kesinlikle yasaklanacak ve bu yasağa uymayanlar şiddetle cezalandırılacak.
Tanzimat Fermanı’nın amacı, çeşitli iç ve dış olayların etkisi ile işlemez durumda olan devlet idaresini yenileştirerek devlet oteritesini etkin kılmak, vatandaşa hak ve hürriyetler veren adaletli bir yönetim sistemi kurmaktı.
Fermanda “şeriata uymama” nın bu bozulmanın ana nedeni olarak gösterilmesine rağmen kurtuluşun yeni yasalarda, şeriata dayanmayan yeni kanunlarda aranması çelişik bir durum yaratmaktadır. Bu çelişkinin kaynağı Abadan şöyle anlatmaktadır: “Şeriat ile şeriat – ötesi anlayış arasındaki denge GHH’nın yazılışı sırasında şer’i anlayış doğrultusunda bozulmuştur. Bunda, “ifadede ağırbaşlılığı” sağlamak düşüncesi kadar, ulemayı ve tutucuları ürkütmemek niyeti rol oynamıştır. Yoksa GHH ve Tanzimat anlayışında şeriata bağlılık vurgulamaları ilkesel olmaktan çok biçimseldir,görünüşledir”
Abadan’ın belirttiği üzere Tanzimat’ın bu niteliği daha çok halkın tepkisini azaltmak düşüncesinden kaynaklanmıştır. Nitekim, Tanzimat düşüncesi ne halktan geliyordu, ne de halka mal olmuştu. Aksine Osmanlı toplumuna, taht çevresinden indiriliyor ve bir aydın despotizminin bürokratik dünya görüşüydü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder