Büyük mütefekkir ve ünlü musiki üstadıdır. Türkistan'ın Seyhun ırmağı kenarındaki Farab kasabasında doğdu. Asıl adı Ebu-Nasr Muhammed'dir. İlk öğrenimim Farab'da, yüksek öğrenimini ise Bağdat'ta yaptı. Mantık, felsefe, matematik, tıp ve musiki üzerinde büyük vukuf sahibi idi. Bu konular üzerinde 100'den fazla eser verdi. Bu arada Aristo'nun bütün eserlerini de şerhetti. Şam'da vefat etti. Babüssagir mezarlığında yatmaktadır.
Yaşadığı devirde ilim dilinin Arapça olması yüzünden bütün eserlerini Arapça kaleme alan Farabî, doğu âleminin ve Türklüğün ilk büyük «Fikir adamı» sayılır. Aynı devirlerde batı dünyasında ilim dilinin Grekçe ve Lâtince olması yüzünden bütün batılı ilim adamlarının eserlerini bu dillerle yazdıkları gözÖnünde tutulursa, Fârabî'nin Türk olduğu halde Arapça eser yazmasını kınamak doğru olmayacaktır. Üstün bir zekâ ve kabiliyete sahip bulunan Fârabî, Bağdat'ta yaptığı yüksek öğrenimi sırasında Arapça, Farsça, Grekçe ve Lâtince'yi anadili gibi öğrenmiş, bu lisan zenginliğini çeşitli dallardaki çalışmalarıyla bir kat daha değerlendirmişti. Bu arada Yunan felsefesini de inceledi. Bu konunun büyük üstadı Aristo'nun eserlerini, aslından çok daha anlaşılır şekilde şerhetti. Bu yüzden yalnız doğu âleminde değil, batı âlemi de kendisini, Aristo'dan sonra gelen «Hoca-i sâni» olarak kabul etti.
Fârabi, eski felsefeyi yeni felsefeye aktarırken gösterdiği büyük ustalıkla da dikkati çekmişti. Bu nedenle Montesquieu ve Spinoza gibi ünlü fikir adamları da onun etkisi altında kaldılar.
Felsefeye mantık yolu ile giren Fârabî, genellikle «metafizik» üzerinde durdu. Din ile felsefeyi birbirinden ayıranlara karşı dururken bu iki kavramın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu tezini savundu. Hayatı boyunca dini, felsefenin temel taşı saydı. Bu arada İslâm dinine felsefe anlayışını da sokarak İslâm felsefesini ortaya çıkardı.
Fârabî'nin tek ve şaşmaz ilkesi «Varlığın ilk sebebi» idi. Ona göre insan, gerçeğe varabilmek için mutlak suretle dış âlemle ilgisini keserek mânevi âlemini arındırabilirdi. Aşk ise felsefede işte böyle bir ifâdenin gerçekleşmesinde yardımcı etkendi. Aşk, insan benliğinin geçici bir eylemi değil, bütünüyle gerçeğe, yâni Tanrı'ya bağlanmaktı. Varlıkların özü Tanrı'dan geliyordu. Daima şöyle derdi:
«Evrenin tümünü kavramak isteyen bir kişi, önce insana bakmalıdır. Çünkü bütünüyle varlık kavramı ruhta belirmiştir. Tanrı, varlıkların en büyüğü ve en son kademesidir. Bütün insanlık onun özünde birleşmektedir. Varlığı başka varlıklarla kıyaslanmayacak kadar mükemmeldir. Akıl, Tanrı'nın özünden gelir. Ahlâkın ise temeli bilgidir...»
«Akıl, edindiği bilgilerle iyiyi, güzeli, kötüyü ayırır. İnsan için en yüksek erdem bilgi olduğuna göre, en yüce kat'tan gelen akıl, davranışlarımızda gerekli doğru yargıyı verebilecek güçtedir.»
Bu büyük ilim adamı, ilimleri iki bölümde inceledi. Bunlardan birincisi teorik ilimlerdir ki, içinde metafizik, mantık ve biyoloji bulunur. Diğeri pratik ilimlerdir. Bu grupta da ahlâk, siyâset, musiki ve matematik yer alır. Fârabi, Aristoteles'in ilim dediği «hitabet» ve «şiiri» bu sınırın dışında bırakır.
941 yılında Halep'e gelen Fârabi orada hüküm sürmekte olan Hamdanoğulları'ndan Seyfüddövle Ali adlı bir Türk Beyi ile tanıştı, ilminin ününü işitmiş bulunan Türk Beyi, onun engin şahsiyetine de hayran kaldı. Fârabî'yi ağırlamakta kusur etmeyen Bey, onun Halep'e yerleşmesini sağladı. Fakat kendisine vermek istediği yüksek maaşı kabul ettiremedi. Ömrü boyunca son derece mütevazı bir hayat süren Fârabi, yevmiye olarak ancak dört dirhem gümüş aldı.
Halep Beyi'nin büyük hayranlığını kazanması, bu büyük kültür merkezi ile civarında bulunan yerlerdeki bilginlerin olanca kıskançlıklarını körükledi ve pek küçümsedikleri bu büyük bilgin ile imtihan olmaya kalkıştılar. Bey'in huzurunda yapılan bu çetin imtihanda Fârabi, bütün konularda büyük üstünlüğünü ortaya koydu. Bunu kendisiyle imtihan olmak isteyen kişilere de kabul ettirdi. O kadar ki, imtihana gelen ve kendilerini bilgin zannedenlerin hepsi, bu imtihan sonunda öğrencisi olarak Fârabî'nin yanında kaldılar.
Fârabî aynı zamanda musiki alanında da büyük bir üstat idi. Kanun adı verilen müzik âleti onun buluşudur. Ayrıca rübap denilen çalgıyı da geliştiren ve bugünkü şeklini veren yine odur. Şark musikisinin nazariyelerini «Kitab'ül Musikiydi Kebîr» yâni «Büyük Musiki Kitabı» adlı eserinde gösterdiği gibi, birçok besteler de yapmıştı.
Arap ülkelerinde yaşamasına rağmen mütevazı hayatının yanısıra Türkistan millî kıyafetini de asla terketmedi. Hep bu kıyafet içinde göründü. Seyfüddövle Ali Bey'in Şam'ı fethetmesi üzerine Fârabî de onunla birlikte Şam'a gitti, ömrünün son günlerini orada geçirdi. 80 yaşında Şam'da vefat etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder